Dersim Bayragi..
Sey Riza

Dersim jenosidini
Anma Gunu
Her Yil

12 Temmuz

baner

Kaynak:Belgelerle Dersim Raporlari
Faik Bulut -Yon yayinlari 1991 Intanbul
Sayfa 165-178

İddianamede dersim


... C. müddei umumisi (C. savcısı) Hatemi Şahamoğlu id-dianemesini tavzih edeceğinden (açıklayacağından) bahsile söz istedi ve kendisine söz verildi:
Yüksek Mahkemece tevdi edilen bu dava:
Dersim meselesinin bütün hususiyetlerini toplu olarak ihtiva ettiğinden bu meselenin adli safhasile mahkememizin teşkiline ait 2884 numaralı kanun hakkında bazı izahatı mütekaddi-meyi istilzam (ön açıklamayı gerektiren) eden bir davadır. Her köşesi ayrı, ayrı birer hastalık tezahürü arzeden İmparatorluğun halile terkettiği veya aldığı makûs tedbirlerle teşdit eylediği, (şiddetlendirdiği) dertlerden biri de Dersim çıbanı olduğu kimseye meçhul değildir. Bu çıbanı adli safhada tahlil ve teşhise tabi tutmak için hatıramızı 1936 senesi iptidalarına (başlarına) mahkememizin tarih teşekkülünde Dersim'in adli vaziyetini tes-bit eden ihsaî malumata irca (istatistike bilgilere başvurmak) etmek lâzımdır. O tarihte gerek Elâziz ve gerek komşu vilâyetlerden mahkemeye devren 71 katil, 11 katle teşebbüs, 55 yağma ve zorla mal almak, 2 sirkat (hırsızlık), 9 kız kaçırmak ki ceman (toplam) 148 dosya tevdi edilmişti. Bu yüz kırk sekiz davanın yüz elli mevkufu (tutuklusu) vardır. Aynı tarihte yine münhasıran (özelde) ağır cezalı olmak üzere hapishanedeki mahkûm mevcudumuz 7 katilden, 3 zorla mal almadan ve biri cerhten (yaralama) olmak üzere cem'an 1 l'dir. Fakat bu mevzuda Dersim'e benzer hiç bir hususiyeti olmayan Perteği tefrik ettikten (ayırdıktan) sonra vilâyeti teşkil eden diğer Çemişgezek* Pülümür, Mazgirt, Nazimiye, Ovacık, ve Hozat kazaları adliye-lerince aranılan suçlu miktarı (2700) kişidir. Gerek bu rakamlardan ve gerek az bir zaman zarfında kamilen intaç buyrulan (sonuçlandırılan) dava dosyalarının tetkikinden istihsal olunan (elde edilen) neticeler şunlardır:
1- Dersim'de bütün vilâyet halkını tecrim edecek (suçlayacak) mahiyette ve büyük bir kısmı katil ve yağma suçlusu ol-mak üzere (2700) kaçak vardır. Ele geçirilebilenlerin miktarı
ancak (150) dir. Halkanndaki (halen) bütün kcsbi kafiyet (kesinlik kazanan) eden mahkûmların miktarı yalınız (10) kişidir.
Bilahare intaç edilen (148) dosyadan (39) dosyada (67) mevkuf mahkûm olmuş ve (109) dosya mevkuftan da beraat etmiştir. Bu rakamlar Dersim'de adli takibat ve tahkikatın selâmetle icra edilmediğini vekayiî cürmiyenin (suç olaylarının) ekseriya kim vurduya gittiğini ve belli olan suçluların da yakalanmadığını yazihan (açıkça) gösterecek mahiyettedir. Çünkü suçluların isim ve miktarlarını tesbit eden tahkikat evrakları hemen umumiyetle mahallinde tanzim edilmiş değildir. Jandarma ve adli hadise mahalline hiç gidememiş veya gittiği zaman vak'a yerinde hiç kimseyi bulamamıştır. Bu vaziyette failleri teşhis ve hüviyetlerini tayin ve delillerin tesbiti de artık adli tahkikata değil, mağdurlann veya hazırlık tahkikatını yapanların insafına kalmıştır. Mağdurlar ise biraz failleri kendileri de bilemediklerinden ve daha fazla suiitiyat (kötü alışkanlık) neticesi olarak her ifade verdikçe isim ve miktarları değişmek şartiyle bir köy veya aşiret halkının kâffesinin (tümünün) suçlu veya suçla alakadar göstermekte teraddüt etmezler. Buna bazan muayyen şahıslan bile temsil etmeyen ve rastgele söylenmiş bir yığın (Maho, Miho, Mihi, Hasso, Hisso, Hüsso) gibi isimlerdeki iltibasın (karışıklığın) ve birçok aile efradının heman aynı isimlerle yad olunmasının tevlit ettiği (doğurduğu) karışıklık da ilâve olunursa, artık kolayca içinden çıkılabilecek bir vaziyet karşısında bulunulmadığını itiraf zarureti hasıl olur. Ele geçen suçlulara ait, tahkikat esnasında şahitlerin ifadelerini almak da kolay değildir. Başka sebeplerle hakiki suçlu olmasa bile suçlu listelerindeki isimlerinden birine kendi isminin muhtemel müş-behetinden (benzediğinden) bir yanlışlığa kurban gitmeyeceğine hiç emniyeti bulunmayan şahidi nzasiyle çağırıp ifadesini al* maktaki müşkilatta kolayca anlaşılır. Bu tehlikeyi göze alıp nzasiyle gelen şahidin ise hüsnü niyetine derhal inanılamaz; o bildiğini, gördüğünü değil ağasının. Seyidinin kendisine telkin ettiği şeyleri ezberden söylemek veya kendi hislerini gütmek için gelmiştir. Bu tafsilat mahkumiyet ve beraat nisbet-leri arasında ki farkı izah eder.                        2-Dersim'de ika edilen (işlenen) suçlar münhasıran (özellikle) katil, yağma ve bir miktarda kız kaçırma,
3- Suçların men'şei (kaynağı) umumiyetle üç sebebe mün-tehildir (kaynaklanır). Çapul, intikam ve arazi ihtilafı.
4-Katil ve yağma suçlannın onda sekizi muhtelif aşiretler arasında yekdiğerine karşı ika edilmiştir.
5-En çok bilinmesi lazım gelen bir hakikatte bu suçlann ikamda (işlenmesinde) amil olan sebeplerin faillerinin şahsi kin ve ihtirasları olmaktan ziyade, o faillerin mensup oldukları aşiret reislerinin veya esiri bulunduklan seyitlerin telkin ve tahriki ile irtikâp (işlenmiş) edilmiş bulunmasıdır. Bu hakikatlerde bir seri halinde yüksek mahkemenin sevk edilen dosyaların tetkin-den çıkan vazih neticelendir. Suç ve suçluya her yerde ve her devrede tasadüf olunabilir. Fakat Dersim'de ika edilen suçlann arzettiği anoımal hususiyetler, bu memleketi asırlardan beri bir mezbaha haline getirmiş ve bir dağın iki tarafında yaşayan muhtelif aşiretler arasında bile devamlı bir fasılaî huzur teessüsüne (belirgin bir huzur sağlanmasına) mani olmuştur. Avuç içi kadar ihtilaflı bir toprağın yanm asır zarfında elli, altmış kişinin kanını içmesi gibi acılara ancak Dersim'de tesadüf olunur.
Bu seneden böyle olmuştur, buna bir sebebiyet veren amiller ve hakiki saiklar (etken ve güdüler) nedir, bu mevzuu tetkik ederken asırlardan beri hali tecerrütte (soyutlanmışlıkta) yaşayan Dersim'in Osmanlı ve Selçuk siyasi teşekkülleri devrine te-kaddüm (öncesine rastlayan) eden temiz Türk varlığını ve bir vakitler bu haşin dağlan, alnının teri ile yaşıyan mes'ut insanla-nn şenlendirdiğini bu gün metruk (terkedilmiş) kalmış maden ocaklarında yer altına geçmiş kasaba enkazından eski mezarlarda bulunan eşya kınntılanndan ve metrûkâtından öğreniyoruz. Bugün bile kulaklanmızda tatlı akisler yapan Karakuş, Kuçu-kur, Kalmam, Kınklar, Femürtaht, Köseoğlu, Kızılkale, Kınk-tepe, Erikyayla, Ovacık, Akviran, Karaca, Kocain, Beşpınar, Kuru Pınar, Buyurbâba, Safsalük, Üçtepe, Kızıldağ ve Akdağ gibi köy ve dağ isimleriyle halk arasında en çok söylenen Gül-basan, Güneş, inci, Durmuş, Tosun, Doğan, Orhan, Mertıan ve Düzgün gibi kadın ve erkek isimleri ise bugünkü Dersim'in Türk mazisine rabıtasını daima muhafaza ettiğini ifade etmekte ve Laçin uşağı, Karabalı, Kırganlı, Koçuşağı, Bezkanlı, Alan, Kalan, Balabanlı ve Keçeli uşağı ve Çanklı, Karabaş gibi bir Çok aşiretlerin hâlâ eski Türk isimleriyle yad olunması da bu kanaati vermektedir.
Her yerde olduğu gibi Dersim'de de bu aşiret reisliği kurunu vustamın (ortaçağın) yadigârıdır. Fatihler, böyük kumandanlar şahsi nüfuzlarını merkezden uzak diyarlarda tesis ve muhafaza için bu müesseden istifade etmişler ve halkı topluca sevk ve idare için daima bu müesseseye muhtaç kalmışlardır.
Seyit: Ehlibeyit'ten birine mensubiyet iddia edenlere Dersim'de verilen unvanı ihtiramdır (saygınlık unvanı). Seyitlik ötedenberi bazı açıkgöz kezzapların (yalancı) saf ve dindar halkın dini hislerini istismar vesilesi olmuş ve bazan da siyasi hesaplarla eski hükümdarların halk üzerindeki nüfuzlarını takviyeye alet olarak kullanılmıştır. Hiç bir kontrola tabi olmayan ve çok defa üçüncü dedelerinin isim ve hüviyetleri bile meçhul kalan eli koşküllü bir şaile müntehi? olan bu sebep nesep (soy sop) dolandırıcıları, şuursuz pervanelerine zulmet ve ölüm saçan bu kara ışıklar, çekirgeler gibi yabancı memleketlerden gelen akımlardandır. Anadolu'nun hemen her tarafında sönen bu müesseselerin Dersim'de kalan su katılmadık bir şekilde idaemi mevcudiyeti (varlığını yürütmesi) ancak tarihin izah edebileceği sebeplerden dolayı Dersimlinin asırlardan beri hâli infıradda (inzivada yaşamasından neş'et etmiştir.
Malum olduğu veçhile Dersim alevidir. Fakat Türkler arasında alevi olan yalınız Dersim değildir. Arap olmayan anasın (unsurları) dairesinde Farslar, Türkler arasında Ali muhabbetinin suhuletle intişan (sevgisinin kolayca yayılmasını) Ali'yi ve onun evlatlarını imha edenler aleyhine bir prostesto mahiyetinde kabul etmek mümkündür. Şu halde Osmanlı Bektaşiliği Tebriz aleviliği ile neden boğuşmuştur?
Yavuz Sultan Alevilik ile sıkı fıkı münasebeti Bektaşi yeniçerilerini ihtiyar babası aleyhine ayaklandırması ve yine bunların yardımiyle saltanat hakkını gasbeylediği kardeşini imha etmesi ve kulağındaki küpe ve Ali hakkında Şah İsmail kadar bağlılık göstermesi gibi bazı deliller istinad ederken ve bu husus, galipler işinde en iyi kılıç sallayanların mağluplar gibi dinî heyecanlanın Ali ve Ehlibeyt muhabbe tinden alan Bektaşî yeniçerilerle alevi Türklerden müteşekkil olduğu malum bulunurken (Çaldıranı) münhasıran bir mezhep kaıvgası saymak mümkün müdür, değilmidir? Bu mevzuu tetkiki mütehassıslarına (uzmanlarına) ait bir iş olmakla beraber Türk için hakiki bir halde olan (Kızılbaş) seferlerinin bu kardeş i kavgalarının günümüze
kadar miras kalan acılarından biri de Dersim'in hali infiratta kalması olduğuna inanılabilir. Filhakika (doğrusu) imparatorluk tarihinde bazı devirler olmuştur ki Ali namına kılıç çeken bir sınıf yine Ali'ye (HU) çekenlerden kırkbin kişiyi birden doğra-mıştır. Yine öyle zamanlar olmuştur ki bir Şii öldürmek yedi kafiri öldürmeğe bedel sayılmış ve bir Alevinin İslamiyet'e kabulü için evvelce Ermeniliğe geçmesi şart koşulmuştur. İşte bu gibi fetvaların ve fikirlerin ihtisarından (yayılmasından) sonra hayatını korumak için Dersim'in kuş uçmaz kervan geçmez dağlarında emniyetli bir melce (sığmak) bulanlar, artık istemiş olmasalar bile muhitiyle temas haline geçmek imkanlarını kaybetmişler ve bittabi kendi aralarında da (sünni muhite) karşı derin bir itimatsızlık ve ağır bir içtinap (uzaklaşma) hissi doğmuştur.
Böylece asırlardan beri münferit yaşayan hayatı raiyane (Özgür çoban göçebe/ hayatı) köy ve kasaba şekline de mani olmuş ve ferdin başıboş arzu ve ihtiraslannı zincirleyecek emniyet hayatı teessüs edememiştir. Mağaralarda veya dağınık ve mestur (örtülü) tepelerde (Köm) denilen köstebek yuvalarında barınmayı itiyat eden halk bittabî seyitlik mevhumesine (kavramı) karşı temamen müdafasız kalmış ve ağalardan başka kucaklarına atılacak kimse bulamamıştır. Tarihi rolleri hitam (son) bulduktan sonra hayat sahnesinden çekilmeyen, yaşamakta ısrar eden her teşekkül gibi aşiret reisliği ve hele seyitlikte nüfuzları altında tuttukları halkın sırtından geçinen muzır birer varlık olmuşlar ve adeta Dersim'i hariçte katil, gasıp ve serkeşlik hayat üzerine müesses (kurulu) bir cinayet yuvası şeklinde tanıtmışlardır. Çalışmadan kolayca yaşamak maksadında seyit ve ağa müşterektir. Seyit hariç ile teması ancak çapul ve yağma sebeplerine inhisar hakkı bir çeşit hurafelerle ruhan müsahâriyette (ruhları uyanık) tutar. İradesi mefluç (felçli) ihtiyarını (öznesini) meslub (çarpılmış) bir hale getirir. Reis bunları şahin ve doğan terbiye eder gibi talana hazırlar. Dersimli çapulcu ise artık gözüne kestirdiği davara saldırmak için onun kendine veya ağasına ait olup olmadığını düşünmeğe lüzum görmeyen bir otomandır (robot). Dersimli çapulcunun psikolojisini bize en iyi tanıtan esasları mahkeme dosyalarında görmek mümkündür. Çapulcu rastgeldiği duvarı mukavemet edilmez (direnilmez) bir incizabla (çekimle) kucaklamadan men edilmesinin sebebini
 bir türlü idrak edemiyor. Bu yüzden senelerce sürünmesini anlayamıyor. Su nasıl içilirse, hava nasıl teneffüs edilirse, davar da i kimin elinde nerede bulunursa bulunduğu alınacağına kaildir (alma). Fiili sirka, yağma diye tavsif olunsun, (nitelesin) onun için müsavidir (birdir-eşittir). Ve alırken bir kaç kişinin telef ol-ması da ikinci derecede ehemmiyetle haizdir. Katil suçlarının men'şeinin çok defa talana münteihî olduğunu (sonuçlandığını) işaret etmiştir. Filhakika davarım vermeyen talan teşkilatının civar kazalara neye mal olduğunu Kemaliye, Arapgir, Kemah, Erzincan, Refahiye, Tercan, Zara ve Kuruçay halkına nasıl kan kusturduğunu tefsilan (ayrıntısına) lüzum görmem.
Gıda sahaları muayyen (belirli) olmayan ve ellerinin eriştiği her tarafa musallat olan talancılar, kendi aralarında kavgasız yaşayamazlar. İhsaî malumata istinaden (verilere dayanarak) vekayi cürmiyenin (suç olaylarının) on da sekizinin kendi arala-nnda vuku bulduğunu arzetmiştim.
İmparatorluğun her türlü vahim suistimalleri açık bıraktığı anavatan ve gevşek idare sistemi bu silsilesi fecayi ve sefalete^ karşı her çapulcuda Seyit ve ağayı affetmekten başka bir tedbir kullanamamış ve aldığı bazı tedip hareketlerinde de ya haklıyı haksızdan ayırmaya (Kuyucu) zehniyetle yürümüş veya hedefsiz programsız bir zül siyaseti takip ederek Dersimi büsbütün çileden çıkarmıştır.
İşte böylece uzun senelerden beri muttasıl devam (süregi-den) boğuşma ve çapul hayatı ile bu hayatı tevlit eden (doğuran) sebeplerin hey'eti mecmuası (tümü) Dersim meselesinin adlî safhasını teşkil eder. İlmi kanatlar ve itiyatlar bile yani, yeni istihaller (dönüşümler) geçirirken Dersim'in hâlâ bu tunç ve mağara devrindeki zihniyetle yaşamasına imkân var mı idi?
İşte 2884 numaralı Tunceli kanununu bu vaziyet adlî nok-taî nazardan (bakış açısından) mültalea ve bu esasdan yürüyerek halletme fikrinin ifadesidir. Filhalrika, Dersim meselesinin hallinde alınacak tedbirlere adlî bir azimet, (kararlılık) noktasından başlamakta üzerinde tevekkuf (durulması) caizolmayan isabetli bir görüş olduğunu öğrenmek için bu kanunun tatbik tarihinden itibaren bir senelik müddete ait ihsaî malumata müracaat kâfidir.
Yüksek Mahkeme'nin faaliyete geçtiği 1936 Mart başından 1937 Mart'ına kadar miktan gittikçe tenakus (azalmak) etmek
üzere bütün vilâyet dahilinde vukubulan zorla mal alma suçu 23 ve katil de 18fdir. Bir de ev yakmak suçu vardır. Katil suçlarının failleri birkaç istisnadan sarfınazar (birkaç istisna dışında) niyetle yakalanmış ve senesi içinde evrakları mahkemeye verilip intaç edilenlerin miktan da (ll'e) baliğ olmuştur. Bu katil vak'alanndan bir kısmının fiili müessir yüzünden ileri geldiğini, birinci ve ikinci kanun (Arahk-Ocak) aylannda hiç bir katil vak'ası olmadığı işaretle 23 zorla mal almak vakfasından bir kısmın da katbekat istifayi hak veya adi şirket şeklinde neticelendiğini ilâve etmek lâzımdır. Bu müddet zarfında sıfırdan başlayarak tezayüt (artış) gösteren suç yalınız yalan yere şehadet olmuştur ki, yukanda şahitler hakında verilen izahattan sonra bu tezayüdü kanunun tatbikinden gösterilen hassasiyete atfetmek icabeder. Vukuu senesi içinde gelip intaç edilen muhtelif suçlann neticelerine gelince, 27 dosyada 58 mevkufdan 29 mahkûmiyet, 22 beraat karan vardır.
Kanunun ilk tatbik senesine ait olan bu rakamlar Tunceli'nin asayiş noktasından dünyanın en bahtiyar köşeleriyle yan yana baş başa yörüme istadına (yeteğine) bizi inandıracak bir belagatı haizdir. Bu müddet zarfında komşu kazalar çapuldan kurtulmuş ve ilk defa olarak rahat nefes almışlardır. Yine bu müddet zarfında Tunceli artık almteri ile yaşamağa başlıyor ve çapulen kaçaklar bile asırlardan beri ellerinden bırakmadıklan silahlanyle fevç, fevç (dalga dalga) gelip teslim oluyorlar. Fakat yaşamak, iş ve vasıta bulmak için hükümetin ağusu siyane-tine (şefkatli himayesine) atılıyorlar. Şehir ve kasaba hayatiyle ilk meşruk (katılımcı) temas başlamıştır. Tunceli yağını, peynirini, davanın bizzat gelip kaza merkezinde satıyor. Şahsi ihtiyaçlarını da oradan bilâ vasıta (aracısız) te'min edebiliyor. Kasaba ile kömler arasında davacı ve suçlu münasebeti yerine ziraî ve içtimai (tanmsal ve toplumsal) münasebetler te'sis ediyor. Halkla hükümet arasında mutavassıt (aracı) ve müstevli (egçmen) unsurlar ortadan kayboluyorlar. Yollar, mektepler, köprüler yapmağa, hülasa (özetle) Tunceli'de en sağlam temeller üzerinde yeniden hayat kurulmağa başlıyor.
Bu netice yumruk göstererek istihsal (elde edilmiş) olunmuş bir netice değildir. Şu halde bu tehavvül (dönüşüm) nasıl vukua geliyordur? Bu tehavvülü karşılıklı iki sebebe atfetmek lâzımdır. Evvela, cumhuriyet idaresi 2884  numaralı kanunla
cephei faaliyetini Tunceli'ne çevirmiştir. İki seneden beri hükümetin Tunceli'ne taalluk eden mesailin (sorunların) en ehemmiyetsiz görünen teferruatına karşı bile ne kadar ehemmiyetle alaka gösterdiği kimsenin meçhulü değildir.
Saniyen, (ikincisi) Tunceli teb'an mücrim (doğaçtan suçlu) yaratılmış bir insan değildir. Mensup olduğu Türk ııkmıh mümtaz avsafını (üstün niteleğini) haiz kanaatkar, mütehammil (sabırlı) cesur, atıcı, binici, misafir perver bir insandır. Arazi (görünen) sebepler ortadan kalkınca midesinin ve ruhunun ihtiyaçlarını seyit ile aşiret Reisine mutavaatta (boyun eğmek) değil, kanuna itaatta ve alınteri ile hayatını kazanmakta buluyor ve buna alışıyordu.
2884 numaralı kanun böyle Tunceli'nde Sihirkâr bir te'sir yapmış ve Türk milletinin Atatürk'ün idaresinde sık sık görmeğe alıştığı ve kendi fıtrî (doğaç) medeni kabiliyetini istinad eden mucizelerden birini daha yaratmıştı.
Fakat geçen Mart içinde ansızın bu durum değişmişti. Bir kısım aşiretler sükûn ve huzurdan inhiraf (sapmışlardır) etmişlerdir. Mazgirt'in Pak nahiyesinde ve Harçik suyu üstünde yeni yapılan ufak Kahmuş köprüsü yıkılmış ve bazı karakollarımıza silahla taarruz edilmiştir. Ayaklanmanın nasıl vuku bulduğuna ait izahatımızı bir az sonraya talik ederek evvelemirde bunun ifade ettiği mana üzerinde tevekkuf edeceğim (duracağım.) Acaba Dersim tekrar hortlamışını idi? Acaba Dersim'de ziraata salih (tarıma elverişli) toprak azdır mer'alar gayri kâfidir, Der-simli, içinde yaşadığı iklim gibi haşindir? Asırlardan beri alıştığı çapul hayatından vaz geçemez. 2884 numaralı kanun orada muvakkat ve uyuşturucu bir morfin te'sirinden başka bir şey yapmamıştır. Tunceli Dersim'in ta kendisidir. Ancak dörtte birisi ziraate salihtir. Üçbin küsur metre irtifaına (yüksekliğe) kadar varan sarp dağ başlan yaz, kış örtüsünü terk etmez, insana helecan ve heyacan veren dik yamaçlariyle yalçın tepeleriyle kuyu gibi derin vadileriyle göz karartacak makuf (eğimli) uçu-rumlariyle Tunceli sert ve ve haşindir. Fakat hakikati halde bu huşunet (sertleştirme) Tunceli'nin güzelliğini, cazibesini artıran nimetlerden biridir.
Tunceli vadileri dünyanın en temiz ve berrak ırmaklarının mecrasıdır. Sarp dağlarında yer, yer meşeler ve bu irtifalara mahsus evsafta meşe ormanları görünür. Ala dağın Van sathı
maili (eğimi) müstesna, dünyanın hiç bir tarafında bahar Tunceli'nde olduğu kadar bal renkli ve tatlı kokulu değildir. Manzara her yerde caziptir. Ovacık, Mameki istikbalde mutlaka komşu vilâyetlerin yaz mesiresidir. Evet tabiat haşin ve iklim serttir. Fakat ancak bu sayededir ki Tunceli tabii bir istifaye (nimete) mazhar olmuş ve içlerinden çürükleri ayıtlana, ayıtlana dayanıklı, atılgan, çevik, sağlam miğdeli, bol nefesli 80 yaşında, iki sıra dişli ve uzun ömürlü bir insan tipi olmuştur. Toprağı da kâfidir. Çalışma sayesinde denizlerin kurutularak bahçe ve tarla haline getirildiğini ve dayanma sayesinde yamaçlara taşman topraklar da dünyanın en lezzetli meyvelerinin yetiştirildiğini bilenler için toprak az değildir. Belki iki misli halkı doyurmağa kâfidir. Az olan toprak değil, görgüdür. Toprağa bağlılıktır. Yu-magfravn Membilan kendilerine yüz binlerce seyyah celpeder (turisti çeker). Ve bulunduğu memleketler için iş kazanç ve güzellik sebebi teşkil eder de Bakir dağı, Beyaz dağ, Munzur neden müebbeden amilî teşevvüş (ünü kötülenir) olur?
Şu halde bu kıyamı (isyan) Persim'in değişmez ruhunun bir tezahürü ve muhitin ve burada yaşamanın tabii bir neticesi saymağa imkân olmadığı gibi Tunceli'ni de Dersim'in ta kendisi farzetmek doğru olamaz. Dersim çapul, silâh ve serkeşliktir. Tunceli emek, çapa ve huzurdur. Dersim esirlik ve koyu bir cehalettir. Tunceli kendi varlığını öğrenme ve buna inanarak kendine bir kıymet vermedir. Dersim mağara ve çadır hayatıdır. Tunceli üstünde elli kilometre sür'atle otomobiller koşan yolla-riyle ve her açılanı çocuklarının tahalukla (yaratıcılık) dolduğu mekteplerile ideâl çalışmanın ve yeni hayata intibakın (uyumun)tecelligâhıdır. Dersim kin ve korku ve intikamdır. Tunceli resmî ve hususî hayatına mihver (eksen) olan şümullü bir kardeş sevgisinin ifadesidir. Tuncelili ıslâhından ümit kesilmesi lâzım gelen bir insan değildir. Bunu başka türlü düşünmek Tunceli'ni ve tunçeliliğini tanımayan ve yalınız Dersim'i işiten ve tabiatın daima iyiliğe ve güzelliğe neyli ve insanların tekâmül ve kabiliyetini inkâr eden bir görüş olur. Şu halde bu ayaklanmanın ifade ettiği mana nedir?
Göçmeğe yüz tutan fanî vücutlar nasıl bir takım marazî (hastalıklı) tezahürleri gösterirlerse ömürleri sona erişen, yaşamasından ümit kesilen çürük müessselerde bir takım fezahat (çirkinlik) simaları yetiştirir. Bunlar yalnız kendileri için dep
muhitleri için de dünyanın en tehlikeli mevcutlarıdır. Bu bet-bahtlardan birinin hini isticvapta (sorguda) mükerrer (tekraıla) itiraf ettiği veçhile onların gözleri kör ve kendileri tımarhanelik olur. Muzir varlıkları bir gün fazla ayakta tutabilmek için yapmayacakları marifet kalmaz. İşte sayılı bir kaç şeririn aşağıda izah edeceğimiz veçhile hazırladıkları bu kıyamın ifade ettiği mana, aşiretler reisliği ile seyitliğin muzır varlıklarının son can çekişme kıvranması, ölüm hınltısıdır. Nitekim seyit ve reis bu defa kendi aşiretlerine mensup halkı bile tamamen arkalarından sürüklüyememiştir. Tunceli'nde 42 aşiret vardı. Bu aşiretlerden ayrılma ezbetleri (kabile, oba), kollan ayn ayn sayarsak bu miktar 80 ni tecavüz eder. Vilâyetin umum nüfiısuda (Yüz on bini) mütecavizdir (geçmiştir). Son kıyama fiilen iştirak eden aşiretler şunlardır: Mazgirt kazasından Demenan ve kısmen Yusufan ve Nazimiye kazasından yine kısmen Haydaran ve Hozat kazasından da Abbas uşağı aşiretleridir. Bunlara Bahtiyar aşireti reisi Şahin ile Kureyşan aşiretinden Şeyhanh kolu reisi Hüsso Seydo'nun arkalarına taktıkları 15fer, 20'şer kişilik çapulculanda ilâve etmek lâzımdır. Asırlarca hükümet nüfuzundan hariç yaşamış, kanun kuvvetiyle karşı karşıya gelmemiş ve muhitte henüz bir senelik emekten sonra seyit ve aşiret reisinin maddî ve manevi varlıklarına hakim yaşadıkları insanlar içinden böyle ancak birkaç yüz kişi bulup arkalarından sürüklü-yebilmelerinde Tunceli'nin istikbâlini şüpheye düşürecek bir fevkaladelik yoktur. Seyitle aşiret reisinde isyan ruhunu doğuran sebepler kadar bu ruhu ve kuvvetlendiren sebepler de vazıhtır (açıktır). Çalışmadan yaşamak, seyitle reisi birleştiren müşterek şiardır. Halbuki bir seneden beri çapul ve talan seferleri sekteye uğramıştır. İşin daha fenası, etraflarındaki sürüler dağılmaya, çözülmeye başlamıştı. Bu gidişle tehlikeye giren yalınız çapul değil bizzat kendi mevcudiyetleri idi, Şu halde acele etmek lâzımdı. Her zaman olduğu gibi muvaffak olacaklarına şüphe yoktu, hükümetin işi gücü yok da peşlerine asker salacak değildi ya. Ali sayesinde asker de gelse ne olabilirdi? Dersim son 30 sene içinde 11 defa askerle karşılaşmıştı. Başlar sıkışınca eskiden olduğu gibi yine Kutu deresine, Kalan deresine, Ali boğazına kaçılır; daha olmazsa Bakır dağına, Tujik Baba'ya çıkılırdı. Asker kırklara karışsa Kutu deresine inemez, kuş olsa Bakır dağına çıkamazdı. Bütün hesaplar yanlış çıksa bile gelen asker meşe yapraklan dökülmeden, çekiliş, iş yerine kim vurdu-va gidecek. Ve bir afivle (af-bağışlanma) tatlıya bağlanacak ve hatta isyanın basılmasındaki hizmetlerinden dolayı bir de "aferin" alınacak değilmi idi? Filhakika babasından böyle işitmiş kendileri de böyle görmüştür. Bunlar müphem faraziyeler (kapalı varsayımlar) değil, cemaatlarda görüşülen hakikatlar, elçilerle ika edilen telkinlerdir. Seyitle reisi aceleye sevk eden diğer mühim bir sebep daha vardın Hemen hemen istisnasız yekdiğerile can düşmanı olan aşiretler arasında öteden beri hükümet aleyhine bir tesanüt (dayanışma) teessüs etmişti. Bu kıyam vukuunda aralarındaki kinler husumetler muvakkaten (geçici olarak) bir tarafa bırakılır ve hükümete, o müşterek tehlikeye karşı müddetliden (birlik içinde) hareket edilirdi. Halbuki bir seneden beri bu çapulu müdafaa insiyakıda zâfa uğruyor, halk asıl tehlikenin nereden geldiğini farketmeğe başlıyordu. Herşey kaybolmadan istical (acele etme) lâzımdı. Bittabiî son isyanda da evvelkilerde olduğu gibi seyit sinsi ve reis te iki yüzlü hareket edecekti. Bir taraftan çapulculuk ruhu tekrar uyandırmağa, halkı hükümete karşı silâhla kıyama tahrik ve teşvik ederlerken kendileri de ya göz önünde dolaşacaklar veya bazı yüksek makamda tatlı tatlı itaat mektupları yazacaklardı. Güya bu sayede yaktıkları köprülerden, bastıkları karakollardan, yıktıkları binalarla, bozdukları telefon hatlarından dolayı kendilerinden hesap sorulmıyacaktı. Fakat 20/21 Mart /937 gecesi böyle yanlış hesaplarla ayaklananlar mayıs ortasında yanılmakta gecikmediler.
İsyan kimler tarafından ve nasıl hazırlandı?
İsyanı hazırlayanlardan bahsederken baştarafa Alişirin ismini geçirmek lâzımdır. Alişir Zamar'ın İmraniye nahiyesine bağlı Ağızkir köyünde doğmuş ve şer için yaratılmış bir mahluktur. Büyük Harp'te Ruslarla casusluk etmiş, bir çok masumların hanumanını söndürmüş ve sonunda Rus karargâhına firar ederek işgal edilen Türk topraklarında yapmadığı melanet kalmamıştır. Mütarekeden sonrada da, Alişir Seyit Rıza'nın himayesine iltica etmiş ve Erzincan, Sivas ve Dersim havalesinde ika edilen çapulcu akınlarında baş rolü ifa eylemiştir. Milli Mücadelece, istiklâl ordusu Çerkez Ethem'in tedip ederken ansızın taarruz eden Yunan kuvvetleriyle Birinci İnönü'nde hayat memat dövüşüne girdiği sırada Türk tarihinin bu en buhranlı gün-
lerinde Alişirt yine Koçkir isyanının başında Pontusçulaılarla birleşmiş ve milletin başına umulmadık aileler çıkarmış görüyoruz. Mudanya Mütarekesinden sonra Alişir ve Seyit Rıza, artık ayrı ayn iki şahsiyet olmaktan çıkmış çapul ve serkeşlik ve habaset (sinsilik) ruhunu temsil eden bir halite (karışım) olmuştur. Yüksek Mahkeme'nin intaç ettiği İzzetin İlter davasında geçeri bu mevzua ait şayanı nefrete tafsilâtı tekrara lüzum göremem. Ne yazık ki, isyanın ve hiyanetin bu ruhu habisi ayaklandırdığı son kıyamın ateşleri içinde canını vermiş bugünkü hesap gününe yetişmemiştir. Evrakı arasında çıkan iki vesika dosyadadır Bunlardan biri İlterle büyük Kürdistan hakkındaki muharebesine (yazışma-haberleşme) aittir. Diğeri de Büyük Harp'te düşman kumandanından Dersim'de ikâmet için aldığı vesikadır.   İ
Seyit Rıza, Hozat'ın Sin nahiyesine bağlı Ağdat köyünden-dir. Seyit Rıza Dersimin Seyidi ve yukarı Abbas uşağınında reisidir. Çok defa Viyalık'ta ve bazen (Sesen kale) deki evinde oturur. Dersim'e ait işler Viyalıkta görülür. Otur, kalk emri de Sesen kale'den verilir. Son fişengini sarfettikten ve yanındaki avânesi de kısmen imha ve kısmen de dağıtılarak kendisini San-oğlan'da tek başına bıraktıktan sonra komşu Vilâyetlere kaçarken Erzincan köprüsünde yakalanmış ve yüksek mahkemeye mevcuden sevkedilmiştir. Suçlunun nefsinde cem ettiği (topladığı) Seyitle Reislik haleti ruhiyesini, işini, isticvabında (sorgusunda) verdiği ifadede suhuletle (kolaylıkla) okumak mümkündür. Seyit Rıza, Erzincan köprüsünden geçericen vesika aranıp aranmayacağını uzun müddet tahkik ediyor, gelip gitmenin serbest olduğunu öğreniyor fakat köprüye gelince jandarma nöbetçisi kendisini yakalıyor. Hüviyetini musırren (ısrarla) saklamasına rağmen yanındaki dürbünün üzerinde yazılı isminden şüpheye düşen vazifeşinas nöbetçi süngüsünü çekiyor, kendisini karakola davet ediyor.                                  Seyit Rıza'nm bu kısma ait ifadesinde izah ettiği son ta-menniyi tekrar ediyorum, "jandarmanın süngü çektiğini rica ederim, yazmayınız" kendisine bir zarar gelmesin. Seyit Rıza kendisine irad edilen her su'ale cevap yerine bir an'alle mukabele (bir deyimle karşılık veriyor) ediyor, ve "kınlan desti, dökülen bu imiş" gibi kendi teviline göre bir kerre teslim olunduktan sonra artık sorguyla, su'ale neden lüzum görüldüğünü bir türiü
anlayamıyor ve muttasıl (sürekli) Ankara'yı sayıklıyor. Suçlulardan Yusufan aşireti Reisi Kamerle, Şeyhanlı Hüsso, Seydo ve Haydaran reisi diğer Kamer yukarıda zihniyetlerini izah ettiğimiz tiplenlendir. İlk isyan hareketi Yusufan ve Demenan aşiretleri içinden başlamıştır. Demenan aşireti reisi Cebrail de bu isyanda Seyit Rıza'dan aşağı olmayan bir rol oynamış ve şahsen ve fiilen asileri sevk ve idare etmiştir. Yeni karakolun kaldırılmasını ve mektebin yıkılmasını ve nahiyenin lağvedilmesini teklif eden şahıs budur.          »
Bahtiyar aşiret Reisi Şahin de nihayet kendi avenesinin (yandaşlarının) gayız (nefret) ve kin dolu tezahüratı arasında can vermiş, o da diğer bir kısım emsali gibi hesap gününe yeti-şememiştir.Bütün suçlulara ait subut delillerini esas hakkındaki iddiamızda aynca arz ve tafsil edeceğiz.
İsyanın sureti vukuuna gelince, Hükümet bir taraftan imar ve ıslah programını tatbik ve halkın talihini eyileştirmeğe uğraşırken başta Seyit Rıza, Cebrail ve Maktul, Alişir, Şahin olmak üzere suçlular da boş durmuyorlardı. 1936 senesi kış mevsimi hazırlıkla, kendi tabirleri veçhi yekdiğerlerine (elçi) göndermekle akla sığmaz ve hayalden geçmez uydurma propagandalarla meşgul oluyorlar. Bu uydurmaları kısmen suçluların, kısmen de şahitlerin ağzından muhtarasaran (özetle) nakletmekliğime yüksek mahkemenin müsamahasını (hoşgörüsünü) dilerim. (Aşiret kadınları gündüzleri kocalarının geceleri karakol efradının olacaktır. Seyit Rıza'nın gönderdiği habere göre Sin karakolunda ihtiyar bir adama ağır tecavüzler yapılmıştır. Bahar gelir gelmez yeni açılan Sin karakolu ile Kahmut karakolu Elâziz'e kadar sürülecektir. Bu karakollar aşiretleri tehcir için bir hazırlıktır.) Birde Semen Kale'den elçilerle dört tarafa dağıtılan şaiyalardan bir miktar alalım. (Atatürk'ten mektup aldım. Dersim halkı fakir olduğundan cumhuriyet hükümeti de Dersim'i otuz üç padişah zamanında idare edildiği gibi bırakacaktır. Abdullah Paşa'ya askerle yardım edilmiyecektir. Dersim nasıl isterse serbestçe hareket edebilir. Bu propagandaların istenilen asabiyeti, hissiyatı tahrik ve tevlit etmediği görüldükçe daha büyük mikyasta uydurmalar işaa (yayılıyor) ediliyor. (Kömlerdeki bütün halk bir yere toplanacak, bir sıraya yapılan evlerin içerisine tıkılacak bu evlerin yalınız iki kapısı olacak kapılarında da birer polis bekleyecek. Ekmek, odun ve keçiler
için meşe yaprağı vesair ihtiyaçlar vesika ile verilecek halkın bütün kazandığı elinden alınacak ve her pazar gecesi Elâziz'de halk evinde tatbik olunan usul tatbik olunacak mumlar sönecek ilâhi...) bütün bu propagandaların sonunda karlar erir erimez yeni yapılan köprülerin yıkılması, yeni karakollarında tahrip edilmesi tavsiye olunmuyor. Ve Seyit Rıza tarafından halka korkmamaları ve büyük paşaların kendi yanına gidip gelmeye başladıkları bildiriliyordu. Asıllardan beri mistik telkinlerin tesiri altında yaşayan bir muhitte Şesen Kale'den çıkan bu parçalara inanan çapulcular bulunabilirdi. Çapulcunun fikri masallarda, hırafalerle uyuşturulmuştu. Dersim'de nelere inanılmazdı?
Seyit Rıza'nın Sesen Kalesi'ne yakın Vank isminde bir köyü vardır. Bu köyün müstahkem kilisesinde alt tarafi gümüş savatlı, üst tarafı altın yaldızlı tahminen iki kilo siklerinde bir haç vardır. Bu haçın ortasında muhaddep bir çam için de bir fındık tanesi kadar bir nesne vardır. Bu nesne İmam Hüseyin'in baş parmağının kemiğidir. Dersimli çapulcu başı sıkıştıkça bu haçtan istiane için kiliseye girer huzur ve huşu ile haçı öper hamlinde (gebeliğinde) müşkilat çeken kadın, derdi devasız kılan mariz (hasta) yine Vanka gider papaza yalvarır ve haçı öper papazı kimbilir ne vakitten beri bütün Dersim'e böylece haça tapmayı öğretmeye uğraşıyordu. İzzettin İlter'in hem bir tahta kutu bir çocuk takunyesi ve bir de fener pili ile Dersim içinde yaptığı marifetleri burada nelere inanılabileceğinin başka bir misali olmak üzere tekrar hatırlayabiliriz. Hâlâ (erkân) ağacı tuhaflıklarına inanan fikirsizler içinde riyalıktan çıkan plânlara kapılanların bulunması da mümkündür bu propoğandalardan sonra çapulcuların hissiyatını muayen istikametlere tev.......*