|
Pile Asira Demenu Ce Cive Keji
Dersim Asira Demenu den bir ailenin sira disi yasami Dede Cive Keji turklere esir dustu ve turk hapsinde vefat etti naasina Dersim topragi bile nasip olmadi... Cive Kejin oglu Qemer turklere hic teslim olmadi turklere karsi savasti ve 1990 larda vefat etti.. Xeycan (hatice) kardesi Kazim ile turklere cocuk yasta esir dustuler...asagida onun anlatimlarini okuyabilirsiniz ayrica www.mamekiye.de sesli konusmasini dinleyebilirsiniz..
 Pile Asira Demenu Cive Keji Fotograf: turk hapishanesinde cekilmistir..
Esir alinip hapse atilan Demenu asireti lideri Cive Keji Turk esaretinde vefat etti naasi bile Dersim getirilmedi...
|
Usene Cive Keji Dere Lacide turklere esir dustu sonradan esir dusen butun kafileyi Koo Sure getirdiler onun ve Hese Gewenin orda Kellesini kestiler bir suru kitap ve dergide “mechul” Dersimli esir olarak gecen yukardaki bu iki adet fotograf Demenu asireti Lideri Cive Keji’n turklere Dere Lacide esir dusen ogluna aittir
|
Usene Cive Keji Dere Lacide turklere esir dustu sonradan esir dusen butun kafileyi Koo Sure getirdiler onun ve Hese Gewenin orda Kellesini kestiler bir suru kitap ve dergide “mechul” Dersimli esir olarak gecen yukardaki bu iki adet fotograf Demenu asireti Lideri Cive Keji’n turklere Dere Lacide esir dusen ogluna aittir
|
 Cive Kejin Oglu Qemer (Qeme Cive Keji)
Turklere teslim olmayi red etti, ve isgalci turk devletine karsi uzun yillar savasti, ailesinin buyuk bir bolumunu katliamda kaybetti turkler tarafindan esir alinan kizi Xeycan Serce ve oglu uzun yillar turk esaretinde yasadilar yillar sonra Dersime donup babalariyla gorustuler asagida Xeycan (hatice) ile ayrintiyi okuyabilirsiniz.. Ayrica Xeycanla yapilmis turk dilinde ki genis roportaji www.memekiye.de sitesinde dinliyebilirsiniz...Qeme Cive Keji ile Kirmancki (zazaca) cok uzun roportajlar Ap Mursao Areyiz tarafindan yapilmis onlarida www.mamekiye.de sitesinde dinlemek mumkun...
|

Hatice Serce.. Xeycane (hatice) Cene Qemere Cive Keji torna Cive Keji turkler Haticeyi “islah” ettik lerini zan ettiler onu Demenu daglarinda yarali ele gecirirken o 4-5 yasindaydi ama turklerin Dersimlilere karsi yaptigi soykirimi onun anlatimi en iyi bir sekilde ortaya serdi...
|

Xeycane (hatice) yillar sonra Abisi Kazimla... Kaynak www.mamekiye.de
|
|
Efendim şarklıyım ben, sürgünüm
asker bana yaklaştı. nasıl bir çocuk aklı ise nefesimi tuttum. asker öldüğümü sandı. ayağımdan tutup sürükleyerek harçik'e attı. belden aşağım suda, üstüm dışarıda.... tabi üstüme bir sürü ölü getirdiler, altta kaldım. hava kararmış, ses susmuştu. ses duydum 'xezêêê' diye
evrim alataş evrimalatas@hotmail.com
ne diyordu seyit rıza. "yapmayın, etmeyin, zulümdür." 38 dersimi'nde, kol kola girmiş, el ele vermiş, ölüme giderken siyah-beyaz fotoğraflarda yaralı geyik gibi bakıyordu demenan aşireti fertleri. onlardan önce çocukları, kadınları kılıçlarla gitmiş; harçik suyu, kutu deresi kana kesmiş, çocukların bedenleri başları, dal başlarında kalmıştı. ondandı geyiğin yarası, kartalın kırık pençesi. zaman oldu, yaşlıların dili zor çözüldü çözülmesine ama, sarı saman kağıdı kayıtlarda osmanlıca tercüme edildi de türkçe'ye, ferman deşifre olup, geldi bugüne. sarı saman kağıtlarını yok etmek kolaydır elbet. yok olan onca daktilo nüshası, onca mühürlü kağıdın ardından bir çocuk hafızası bazen, olup olmadık yerde şakır şakır işlemeye başlarsa ne yapmak lazım peki? bütün fermanların, "gizli" mühürlü sarı kağıtlar tutuşur da, orta yerde unutmaya direnç gösteren kara bir dersim kızı kalır. kim? hatice serçe. 71 yaşında bir "İstanbul hanımefendisi". bir demenan kızı. vücudunda süngü izleri, hafızasında 4 yaşında bir çocuk. anlatacağımız bir şey yok. o anlatsın, siz dinleyin en iyisi.
1934'te, tunceli gevrek köyünde doğdum. demenan aşireti reisi cebrail ağanın torunu, kamer ağanın kızıyım. annemin adı beser, neneminki hatice. dersim hareketi başlamıştı. 38'de köydeydik. kalabalık bir aileydik. amcalarım, dayılarım, onların çocukları. dedem bir gün emir verdi: "teyyareler geliyor, mağaralara saklanın." ben, abim kazım ve annem, köyün yamacındaki taş bir mağaraya gittik. bombalar yağmaya başladı. çocuktum, oynuyordum. annem sesleniyordu "dışarı çıkma" diye. ara sıra çıkıyordum yine de. o arada uzağıma bir bomba düştü. taşlar sıçradı omzuma girdi. akşamüstü dedem haber verdi, tekrar köyde toplandık. ertesi gün yine dedemin emriyle hepimiz köyden çıktık. birkaç gün karanlıkta yürüdük. erkekler ıslık çalarak haberleşiyordu "bu yol müsait" diye. yolda acıkmıştık. dedem bir geyik vurdu, pişirip yedik. ardından bir büyük mağaraya gittik. mağarada bir zaman kaldıktan sonra babam bizi yusufhan köyüne götürdü. annemi, beni, nenemi, kadınları ve çocukları... bizi bırakıp dağa gittiler. babam her akşam veya günaşırı gelir, sabah erkenden giderdi. birkaç defa asker gelip bizi götürmek istedi ama hatırladığım kadarıyla nenemle annem altın verip, engellediler. bir bahar günüydü. bir hengame vardı. bize pek sezdirmemeye çalışıyorlardı ama anlıyorduk iyi gitmeyen şeyler var. esmer tıknaz bir yusufhanlı geldi, "bize emir verdiler, sizi götüreceğiz" dedi. annemle nenem ağlayıp, "madem bizi götürüyorsunuz, nedenini de anladık ama bari bu çocukları götürmeyin, saklayın" dediyse de adam kabul etmedi. hepimizi toparladılar, annemin kucağında bebek vardı. yanlış hatırlamıyorsam bu kardeşimiz yusufhan'da doğdu. yarım saat kadar yürüdükten sonra büyük bir askeriye birliğine vardık. baktık ki bir sürü insan toplamışlar, arazi dolu.... çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar. bir saat kadar mola verildi. toparladılar bizi, harçik suyunun kenarında, ağaçlıklı ormanlıklı bir kocaman alana götürdüler. orada birkaç saat tuttular. korktum. anneme yalvardım "beni suya atın" diye. çünkü diğer taraftan vurulan insanlar hızlı akan suya düşüyorlardı ve ben de onların ölmeyip de suya atlayıp başka yerlere gittiklerini ve kurtulduklarını sanıyordum. çok ısrar ettim beni suya atın diye. İnsanların suyu üstünde kalması hoşuma gidiyordu. annem kabul etmedi. nenem de dedi "madem çocuk ölecek, öyle ölsün." halam eline bir bakraç alıp, su dolduracağını söyleyerek beni de yanına alıp, suyun kenarına gitti. halam tam beni iteceği sırada süngüyle asker dürttü ve bizi geri getirdiler. herkese "yüz üstü yatın" dediler. kadınları erkekleri ayırdılar. erkeklerle aramızda kayalar vardı, göremiyorduk ama vurulup suya düştüklerinde görüyorduk. onlar bittikten sonra bize başladılar. dizildiler. makineli tüfekleri sırayla dizdiler. nenem rahmetli, başımı koltuğunun altına soktu. "nene nefes alamıyorum" dedim, "başına bir şey olmaz böyle" dedi. herkes dizilmişti. bir ara kafamı kaldırdım, etrafta tüy gibi şeyler uçuşuyordu. demek ki insanları kurşuna dizince böyle uçuşuyor her şey. nenemden bir ara "ıııh" diye bir ses geldi. kafamı bir kaldırdım, baktım ki nenemin kafası resmen ikiye yarılmış. o ara şok mu geçirdim artık neyse öyle kaldım. hava kararmaya başlamıştı aralarda sağ kalanlar olabilir diye süngülemeye başladılar. kalbimin yakını, sol bacağım, kolumdan süngü darbeleri aldım (izleri gösteriyor). hava kararmıştı. bu sefer de nefeslerinden kontrol ediyorlardı kim sağ diye. ben arada bakıyorum ama karanlık olduğu için görmüyorlar. asker bana yaklaştı. nasıl bir çocuk aklı ise nefesimi tuttum. asker öldüğümü sandı. ayağımdan tutup sürükleyerek harçik'e attı. belden aşağım suda, üstüm dışarıda.... tabi üstüme bir sürü ölü getirdiler, altta kaldım. hava kararmış, ses susmuştu. ses duydum "xezêêê" diye. abimin sesiydi. birkaç yaş büyüktü benden. seslendim, "buradayım ama üstümde insanlar var" diye. zazaca konuşuyoruz tabi. türkçe bilmiyorum. geldi, insanları çekip alttan beni çıkardı. o da sırtından yaralıydı, aynı benim gibi kurtulmuştu. yürüyemiyorum... sağ ayağımı kullanabiliyorum ama sol ayağımı hiç kullanamıyorum. sordum "kim var" diye, "hepsi öldü" dedi. dağa çıkanların dışındaki herkes ölmüştü. dayım, dayımın oğulları da diğer tarafta öldürülmüştü. kalktım ki ne göreyim, bir sürü çocuk. kimisini bağırsakları dışarıda toplamaya çalışıyor, kiminin kolu yok, ay ışığının altında kan parlıyor. ama yine de can havliyle koşmaya çalışıyorlar. dedim "kimse yok, niye koşuyoruz?" abim, "gaz getirip yakacaklar, bir an önce gidelim" dedi. o çocuklar, tümü dağıldık sağa sola. bir ormanda yürümeye başladık. abim yapraklardan bir yatak yaptı bana. sabah kalkıp yürümeye başladık. elbiseler kandan yapışmış üstümüze. gece vakti yine aynı köye, yusufhan'a gittik. gidip silah getirdiler bizi vurmak için. ermeni bir karı-koca kendilerini bizim üstümüze attı. köylülere dönüp, "ne yapıyorsunuz, bunlar aşiret çocuğu. bunlara bir şey yaparsanız dağdan iner, hepinizi ateşe verirler" dediler. onun üzerine köylüler biraz çökelek ekmek verip bizi kovdu. günlerce ormandayız., babamızı bulacağız. yaralarım kurtlandı. abim kurtları temizliyor. acıktığımda yaprak topluyor, üzerindeki balları yalıyoruz. birkaç gün sonra bizim köyün üstündeki yaylaya geldik. bir dere vardı. tam eğildik dereden su içelim, askerler etrafımızı sardı. bir sürü insan da yanlarında, toplamışlar. o kafileye kattılar bizi. başladık yürümeye. yürüyemiyorum. bir asker benim başımda. o asker gizlice matarasından bana su veriyor. İşaret ediyor, birbirimizin dilini anlamıyoruz, "kucaklarsam beni öldürürler diyor" işaretle. sonradan bir ormana geldik. ettik yüzlerce insan. çok da delikanlı vardı. ormana girince o gençler ormana kaçıp kurtulmaya çalıştı, taradılar. kızıltepe diye bir tepeye götürdüler. çadır kurulmuş, bizi oraya aldılar. çeşme akıyor, su içmek için koştum, askerler önümü kestiler, izin vermediler. av diyorum, izin vermiyorlar. akşam bizi ayırdılar. sorular sordular. kimisi diyor fevzi çakmak ama bilmiyorum, önce abimi sonra beni sorguya çekti. orada nasıl anlaştığımızı tam hatırlamıyorum ama birbirimizi iyi anladığımızı hatırlıyorum. "kimin kızısın" dedi, "sanane" dedim. zazaca konuşuyor olabilirdi, bilmiyorum. babamın ismini sordu, söylemedim. kalkıp okşadı beni. derhal ayrı bir odaya yatırdı. İyi de bakıldım. çok sancı çekiyordum, belki ondandı. elazığ'a yollandık... galiba bir ay kadar kaldık. yaralarım düzelmişti. ardından toparlandık. yük trenlerine doldurdular, kara vagon. kadın çocuk, bebek. dağıla dağıla gittik kütahya tavşanlı'ya. oradan manda arabalarıyla bir yerlere götürdüler. kütahya'da bir handa kaldık. yanımızda elif diye çok güzel bir kadın vardı demenanlı. kadıncağız bizi geçindiremiyor, dilendiriyordu. ar sahibiyiz, zorlanıyoruz. dilenmeyince bilhassa abimi çok döverdi. sonradan kadın bizi sıhhiye tabipliğine bırakıp gitti. hükümet tabibi, abimi bir eczacının yanına verdi, onun çocuğu yokmuş. beni de bir kumandan mı yarbay mı ne o aldı. orada kaldım ama evin oğlu sadist. durmadan beni dövüyor. o kadar çok dövüyordu ki altıma yapıyordum artık. tekrardan beni hükümet tabipliğine attılar. birkaç ay kaldım orada. bu arada artık türkçe'yi de tam öğrenmiş durumdayım. herkes hayret ederdi. hükümet tabipliğinde sıhhiye doktorlardan biri, fahri bey, o beni yanına aldı. dört çocuğu vardı. karadenizli bir aileydi. çok iyi insanlardı. aradan zaman geçti, tutturdum "beni okula yollayın" diye. okulu hazmedemiyorlardı. gülüp diyorlardı "okula gidip kürtlerin kraliçesi mi olacaksın" diye. ağlıyordum, "yaşın ufak" diyorlardı. ama yok, dişlerim dökülüyordu. dişi dökülen okula gidiyordu. yollamadılar. abim geldi, ona söyledim okula gitmek istediğimi, beni başka bir eve vermesini. bir mektep müdiresi ile konuşmuşlar. onlar da bir çocuk arıyorlarmış, kabul etmişler. abim beni alıp, müdire hanıma teslim etti. onlar da İstanbul modaya getirdiler. ablasının yanına. o da moda enstitü müdiresi. o sene geçti. nüfus kağıdım yok. kış gelince okula gitmek istiyorum diye yine tutturdum. "yaşın tutmuyor" dediler yine ama ısrar ettikçe beni terslediler. devamlı iş yaptırıyorlardı bana. halı silkeletiyorlar, halı elimden düşüyor. küçüğüm. giderken tavan arasında bırakıp, her yeri kilitliyorlar. sıkışıyorum, ne yapayım, gidip bir kenara yapıyorum. meğerse ahşaplardan sızıp alt kata iniyormuş çişim. ondan sonra dayak yiyorum. bu böyle sürdü ve en son kız kardeşini çağırıp, beni geri verdi. gerisin geri kütahya'ya... bu sefer karadenizli ailenin kardeşinde kaldım. fakat onları sevmedim, çok kötü günler geçirdim orada, bahsini açmak istemiyorum. yine karadenizli tabibin evine gittim. okuma hastalığım sürüyor. 11-12 olmuştum. muhacir komşularımız vardı, "bir aile var, seni okutacaklar" dediler. aldılar beni rumelihanı'nda bir avukat ailenin yanına verdiler. onu da hiç hatırlamak istemiyorum. karısı berbat bir insandı. yine okuyamadım. bir iş bulmak istedim. İş araştırırken bir aile çıktı karşıma. İffet hanım, kocası şarklı. İyi insanlar. onların yanında kalmaya başladım. beni atatürk'ün karısının terziliğini de yapmış olan belkıs ablanın yanına verdiler. İş öğrenip, para kazanmaya başladım. 14 yaşıma gelmiştim beni istemeye başladılar. aile beni evlendirmek istiyor ama ben istemiyorum. o arada nüfus kağıdımı almıştım. nüfusuma göre de nikah olmuyor. yaşımı büyütmek için mahkemeye başvurdu ve bir imamın şahitliğiyle büyütüp, evlendirdiler. İçerenköy'e gelin gittim. oğlan katlanılır gibi değil. manasız konuşan, beni döven biri. bir zaman geldi ve artık bu eziyete dayanamayacağımı anladım. bir de kızım oldu tabi. kaçtım evden. geldim İstanbul'a. "aşçıyım" deyip iş buldum. bir evde, yemek kitaplarına gizli gizli bakarak aşçılığa başladım. konaklarda bakıcılık yaptım. derken, ikinci çocuğumun babası çıktı karşıma. benden epeyce büyüktü. sarayda büyümüş bir İstanbul ailesinin oğluydu. onunla evlenmeden önce bir anlaşma yaptım. dedim ki "ben şarklıyım, bize kürt diyorlar, ben ne olduğunu da bilmiyorum ama bir gün bana laf söylerseniz, evinizde bir gün yaşamam." kabul etti ve hiçbir zaman en ufak bir saygısızlık görmedim. kızımı hemen aldım yanıma. birkaç sene sonra da oğlumuz oldu. sene 1968. sürekli alışveriş yaptığım bir kasabımız vardı. her gün aynı saatte giderdim. bir gün dedi ki "hanımefendi, size bir şey soracağım. sizde şark kızıymışsınız gibi bir hava var. dedim "doğru, şarklıyım. aslım tunceli, sürgünüz", meseleyi anlattım. adam şaşırdı ve "burada çok var tuncelili" dedi. şaşırdım, "ne olur, birini benimle tanıştır" dedim. kimlerden olduğumu sordu, çocuk aklıyla hatırladığım için, "şeyh rıza'nın torunuyum" dedim. adam kahveye gidip, "tuncelililer, gelin size bir müjdem var. seyit rıza'nın torununu buldum" demiş. millet de "yok, onun torunu değildir, olsa olsa kamer ağamızın torunudur" demişler. ertesi gün yine kasaba gittim. baktım bir delikanlı ayaklarıma kapanıp öptü. "estağfurullah" dedim. "abla şükürler olsun sen sağsın" dedi. genci eve getirdim. "senin babam sağdır" dedi. hemen mektup yazdı köye. söylemiş babama, "kızınızı bulduk" diye. babam da cevaben demiş, "adı hatice, annesinin adı beserse ve alnında bir yara izi varsa o benim kızımdır" demiş. cevabı verdik, "evet tarifiniz doğru" diye. abim çıkıp geldi. abim benden evvel onları bulmuş. zaten onbir yaşlarında abimle bağımız kopmuş, birbirimizi kaybetmiştik. hemen gitmek istedim ama bu arada millet öyle laflar söylüyorlar ki ayaklarım yerden kesiliyor. "tuncelliler çok ahlaksızdır. mum söndü yapıyorlar, anne bacı tanımıyorlar" diye. ben çıldırıyorum, kabullenemiyorum. bilmiyorum da tabi meseleleri. kafam karışıyor. suskunlaştım, içime kapandım. menderes kabinesinde meşhur bir hekim vardı, ondan randevu alıp, beni doktora götürdüler. hekim derhal muhit değiştirmemi önerdi. bir işe girdim. birkaç ay çalıştım. ayrıldım. ama yok, düzelmiyorum. bir gün eşimi karşıma alıp, bütün bunalmalarımın nedenini anlattım. bana şaşırıp, "sen aydın bir insandın, nasıl böyle şeylere kulak astın" diye kızdı ve hemen yataklı trenden tunceli'ye bilet aldı. çocuklarımla indim elazığ'a. herkes inanılmaz mutlu. kendimi müzelik bir şeymiş gibi hissettim. millet bana şaka yapıyor, "bak, sen bir aşiret kızısın, bu kadar millet geldi ama baban gelmedi" diye. dört yaşındayken gördüğüm babamı hemen milletin içinden ayırıp, "gelmiş işte" dedim. babam gülüp sarıldı, "benim kemikten olup da beni tanımaz mı" diye. köye gittik. bütün köy toplanmış. gece babam sürekli kalkıp soruyor, "kızım, bacım, sen rahat uyuyorsun?" babam evlenmişti, başka çocukları olmuştu. onlarla tanıştım. annemin kesin ölüp ölmediğini sordum. "elbiselerinden tanıdım" dedi babam. annemin kucağındaki bebeği hiç sormadım, üzülmesini istemedim. dedem, seyit rıza ile yargılandıktan sonra mahkum olmuştu, yirmi sene sonra cezaevinde öldü. babam, dağdan inip de cesetlerle karşılaştıklarını anlattı. amcamın çocukları ve karısının parçalanmış cesetlerini toplayıp gömmüş. anlatırken hiç gözünü kırpmadı, elleriyle gözyaşını silmedi. gözünün yaşı bir su kanalı gibi akıyordu.
|
|