Dersim Bayragi..
Sey Riza

Dersim jenosidini
Anma Gunu
Her Yil

12 Temmuz

baner

Pile Asira Demenu Ce Cive Keji

Dersim Asira Demenu den bir ailenin sira disi yasami
Dede Cive Keji turklere esir dustu ve turk hapsinde vefat etti naasina Dersim topragi bile nasip olmadi...
Cive Kejin oglu Qemer turklere hic teslim olmadi turklere karsi savasti ve 1990 larda vefat etti..
Xeycan (hatice) kardesi Kazim ile turklere cocuk yasta esir dustuler...asagida onun anlatimlarini okuyabilirsiniz ayrica www.mamekiye.de sesli konusmasini dinleyebilirsiniz..

 

CiveKeji
Pile Asira Demenu Cive Keji
Fotograf: turk hapishanesinde cekilmistir..

Esir alinip hapse atilan Demenu asireti lideri
Cive Keji
Turk esaretinde vefat etti naasi bile Dersim getirilmedi...

LazeCiveKeji Usen1Usene Cive Keji Dere Lacide turklere esir dustu sonradan esir dusen butun kafileyi Koo Sure getirdiler onun ve Hese Gewenin orda Kellesini kestiler bir suru kitap ve dergide “mechul” Dersimli esir olarak gecen yukardaki bu iki adet fotograf Demenu asireti Lideri Cive Keji’n turklere Dere Lacide esir dusen ogluna aittir

LazeCiveKeji Usen2Usene Cive Keji Dere Lacide turklere esir dustu sonradan esir dusen butun kafileyi Koo Sure getirdiler onun ve Hese Gewenin orda Kellesini kestiler bir suru kitap ve dergide “mechul” Dersimli esir olarak gecen yukardaki bu iki adet fotograf Demenu asireti Lideri Cive Keji’n turklere Dere Lacide esir dusen ogluna aittir

Piye Hatice Serce Qemer Axa1
Cive Kejin Oglu Qemer (Qeme Cive Keji)

Turklere teslim olmayi red etti, ve isgalci turk devletine karsi uzun yillar savasti, ailesinin buyuk bir bolumunu katliamda kaybetti turkler tarafindan esir alinan kizi Xeycan Serce ve oglu uzun yillar turk esaretinde yasadilar yillar sonra Dersime donup babalariyla gorustuler asagida Xeycan (hatice) ile ayrintiyi okuyabilirsiniz.. Ayrica Xeycanla yapilmis turk dilinde ki genis roportaji www.memekiye.de sitesinde dinliyebilirsiniz...Qeme Cive Keji ile Kirmancki (zazaca) cok uzun roportajlar Ap Mursao Areyiz tarafindan yapilmis onlarida www.mamekiye.de sitesinde dinlemek mumkun...
 

Hatice Serce

Hatice Serce..
Xeycane (hatice) Cene Qemere Cive Keji torna Cive Keji
turkler Haticeyi “islah” ettik lerini zan ettiler onu Demenu daglarinda yarali ele gecirirken o 4-5 yasindaydi ama turklerin Dersimlilere karsi yaptigi soykirimi onun anlatimi en iyi bir sekilde ortaya serdi...
 

Hatice Serce Biraya Xo Kazim1

Xeycane (hatice) yillar sonra Abisi Kazimla...
Kaynak www.mamekiye.de
 

 

 

Efendim şarklıyım ben, sürgünüm

asker bana yaklaştı. nasıl bir çocuk aklı ise nefesimi tuttum. asker
öldüğümü sandı. ayağımdan tutup sürükleyerek harçik'e attı. belden aşağım
suda, üstüm dışarıda.... tabi üstüme bir sürü ölü getirdiler, altta kaldım.
hava kararmış, ses susmuştu. ses duydum 'xezêêê' diye

evrim alataş
evrimalatas@hotmail.com

ne diyordu seyit rıza. "yapmayın, etmeyin, zulümdür." 38 dersimi'nde, kol
kola girmiş, el ele vermiş, ölüme giderken siyah-beyaz fotoğraflarda yaralı
geyik gibi bakıyordu demenan aşireti fertleri. onlardan önce çocukları,
kadınları kılıçlarla gitmiş; harçik suyu, kutu deresi kana kesmiş,
çocukların bedenleri başları, dal başlarında kalmıştı. ondandı geyiğin
yarası, kartalın kırık pençesi. zaman oldu, yaşlıların dili zor çözüldü
çözülmesine ama, sarı saman kağıdı kayıtlarda osmanlıca tercüme edildi de
türkçe'ye, ferman deşifre olup, geldi bugüne.
sarı saman kağıtlarını yok etmek kolaydır elbet. yok olan onca daktilo
nüshası, onca mühürlü kağıdın ardından bir çocuk hafızası bazen, olup
olmadık yerde şakır şakır işlemeye başlarsa ne yapmak lazım peki?
bütün fermanların, "gizli" mühürlü sarı kağıtlar tutuşur da, orta yerde
unutmaya direnç gösteren kara bir dersim kızı kalır. kim? hatice serçe. 71
yaşında bir "İstanbul hanımefendisi". bir demenan kızı. vücudunda süngü
izleri, hafızasında 4 yaşında bir çocuk. anlatacağımız bir şey yok. o
anlatsın, siz dinleyin en iyisi.

1934'te, tunceli gevrek köyünde doğdum. demenan aşireti reisi cebrail ağanın
torunu, kamer ağanın kızıyım. annemin adı beser, neneminki hatice.
dersim hareketi başlamıştı. 38'de köydeydik. kalabalık bir aileydik.
amcalarım, dayılarım, onların çocukları. dedem bir gün emir verdi:
"teyyareler geliyor, mağaralara saklanın." ben, abim kazım ve annem, köyün
yamacındaki taş bir mağaraya gittik. bombalar yağmaya başladı. çocuktum,
oynuyordum. annem sesleniyordu "dışarı çıkma" diye. ara sıra çıkıyordum yine
de. o arada uzağıma bir bomba düştü. taşlar sıçradı omzuma girdi. akşamüstü
dedem haber verdi, tekrar köyde toplandık. ertesi gün yine dedemin emriyle
hepimiz köyden çıktık. birkaç gün karanlıkta yürüdük. erkekler ıslık çalarak
haberleşiyordu "bu yol müsait" diye. yolda acıkmıştık. dedem bir geyik
vurdu, pişirip yedik. ardından bir büyük mağaraya gittik. mağarada bir zaman
kaldıktan sonra babam bizi yusufhan köyüne götürdü. annemi, beni, nenemi,
kadınları ve çocukları... bizi bırakıp dağa gittiler. babam her akşam veya
günaşırı gelir, sabah erkenden giderdi. birkaç defa asker gelip bizi
götürmek istedi ama hatırladığım kadarıyla nenemle annem altın verip,
engellediler.
bir bahar günüydü. bir hengame vardı. bize pek sezdirmemeye çalışıyorlardı
ama anlıyorduk iyi gitmeyen şeyler var. esmer tıknaz bir yusufhanlı geldi,
"bize emir verdiler, sizi götüreceğiz" dedi. annemle nenem ağlayıp, "madem
bizi götürüyorsunuz, nedenini de anladık ama bari bu çocukları götürmeyin,
saklayın" dediyse de adam kabul etmedi. hepimizi toparladılar, annemin
kucağında bebek vardı. yanlış hatırlamıyorsam bu kardeşimiz yusufhan'da
doğdu. yarım saat kadar yürüdükten sonra büyük bir askeriye birliğine
vardık. baktık ki bir sürü insan toplamışlar, arazi dolu.... çocuklar,
yaşlılar, gençler, kadınlar. bir saat kadar mola verildi. toparladılar bizi,
harçik suyunun kenarında, ağaçlıklı ormanlıklı bir kocaman alana götürdüler.
orada birkaç saat tuttular. korktum. anneme yalvardım "beni suya atın" diye.
çünkü diğer taraftan vurulan insanlar hızlı akan suya düşüyorlardı ve ben de
onların ölmeyip de suya atlayıp başka yerlere gittiklerini ve
kurtulduklarını sanıyordum. çok ısrar ettim beni suya atın diye. İnsanların
suyu üstünde kalması hoşuma gidiyordu. annem kabul etmedi. nenem de dedi
"madem çocuk ölecek, öyle ölsün." halam eline bir bakraç alıp, su
dolduracağını söyleyerek beni de yanına alıp, suyun kenarına gitti. halam
tam beni iteceği sırada süngüyle asker dürttü ve bizi geri getirdiler.
herkese "yüz üstü yatın" dediler. kadınları erkekleri ayırdılar. erkeklerle
aramızda kayalar vardı, göremiyorduk ama vurulup suya düştüklerinde
görüyorduk. onlar bittikten sonra bize başladılar. dizildiler. makineli
tüfekleri sırayla dizdiler. nenem rahmetli, başımı koltuğunun altına soktu.
"nene nefes alamıyorum" dedim, "başına bir şey olmaz böyle" dedi. herkes
dizilmişti. bir ara kafamı kaldırdım, etrafta tüy gibi şeyler uçuşuyordu.
demek ki insanları kurşuna dizince böyle uçuşuyor her şey. nenemden bir ara
"ıııh" diye bir ses geldi. kafamı bir kaldırdım, baktım ki nenemin kafası
resmen ikiye yarılmış. o ara şok mu geçirdim artık neyse öyle kaldım. hava
kararmaya başlamıştı aralarda sağ kalanlar olabilir diye süngülemeye
başladılar. kalbimin yakını, sol bacağım, kolumdan süngü darbeleri aldım
(izleri gösteriyor). hava kararmıştı. bu sefer de nefeslerinden kontrol
ediyorlardı kim sağ diye. ben arada bakıyorum ama karanlık olduğu için
görmüyorlar. asker bana yaklaştı. nasıl bir çocuk aklı ise nefesimi tuttum.
asker öldüğümü sandı. ayağımdan tutup sürükleyerek harçik'e attı. belden
aşağım suda, üstüm dışarıda.... tabi üstüme bir sürü ölü getirdiler, altta
kaldım. hava kararmış, ses susmuştu. ses duydum "xezêêê" diye. abimin
sesiydi. birkaç yaş büyüktü benden. seslendim, "buradayım ama üstümde
insanlar var" diye. zazaca konuşuyoruz tabi. türkçe bilmiyorum. geldi,
insanları çekip alttan beni çıkardı. o da sırtından yaralıydı, aynı benim
gibi kurtulmuştu. yürüyemiyorum... sağ ayağımı kullanabiliyorum ama sol
ayağımı hiç kullanamıyorum. sordum "kim var" diye, "hepsi öldü" dedi. dağa
çıkanların dışındaki herkes ölmüştü. dayım, dayımın oğulları da diğer
tarafta öldürülmüştü.
kalktım ki ne göreyim, bir sürü çocuk. kimisini bağırsakları dışarıda
toplamaya çalışıyor, kiminin kolu yok, ay ışığının altında kan parlıyor. ama
yine de can havliyle koşmaya çalışıyorlar. dedim "kimse yok, niye
koşuyoruz?" abim, "gaz getirip yakacaklar, bir an önce gidelim" dedi. o
çocuklar, tümü dağıldık sağa sola. bir ormanda yürümeye başladık. abim
yapraklardan bir yatak yaptı bana. sabah kalkıp yürümeye başladık. elbiseler
kandan yapışmış üstümüze. gece vakti yine aynı köye, yusufhan'a gittik.
gidip silah getirdiler bizi vurmak için. ermeni bir karı-koca kendilerini
bizim üstümüze attı. köylülere dönüp, "ne yapıyorsunuz, bunlar aşiret
çocuğu. bunlara bir şey yaparsanız dağdan iner, hepinizi ateşe verirler"
dediler. onun üzerine köylüler biraz çökelek ekmek verip bizi kovdu.
günlerce ormandayız., babamızı bulacağız. yaralarım kurtlandı. abim kurtları
temizliyor. acıktığımda yaprak topluyor, üzerindeki balları yalıyoruz.
birkaç gün sonra bizim köyün üstündeki yaylaya geldik. bir dere vardı. tam
eğildik dereden su içelim, askerler etrafımızı sardı. bir sürü insan da
yanlarında, toplamışlar. o kafileye kattılar bizi. başladık yürümeye.
yürüyemiyorum. bir asker benim başımda. o asker gizlice matarasından bana su
veriyor. İşaret ediyor, birbirimizin dilini anlamıyoruz, "kucaklarsam beni
öldürürler diyor" işaretle. sonradan bir ormana geldik. ettik yüzlerce
insan. çok da delikanlı vardı. ormana girince o gençler ormana kaçıp
kurtulmaya çalıştı, taradılar. kızıltepe diye bir tepeye götürdüler. çadır
kurulmuş, bizi oraya aldılar. çeşme akıyor, su içmek için koştum, askerler
önümü kestiler, izin vermediler. av diyorum, izin vermiyorlar. akşam bizi
ayırdılar. sorular sordular. kimisi diyor fevzi çakmak ama bilmiyorum, önce
abimi sonra beni sorguya çekti. orada nasıl anlaştığımızı tam hatırlamıyorum
ama birbirimizi iyi anladığımızı hatırlıyorum. "kimin kızısın" dedi,
"sanane" dedim. zazaca konuşuyor olabilirdi, bilmiyorum. babamın ismini
sordu, söylemedim. kalkıp okşadı beni. derhal ayrı bir odaya yatırdı. İyi de
bakıldım. çok sancı çekiyordum, belki ondandı.
elazığ'a yollandık... galiba bir ay kadar kaldık. yaralarım düzelmişti.
ardından toparlandık. yük trenlerine doldurdular, kara vagon. kadın çocuk,
bebek. dağıla dağıla gittik kütahya tavşanlı'ya. oradan manda arabalarıyla
bir yerlere götürdüler. kütahya'da bir handa kaldık. yanımızda elif diye çok
güzel bir kadın vardı demenanlı. kadıncağız bizi geçindiremiyor,
dilendiriyordu. ar sahibiyiz, zorlanıyoruz. dilenmeyince bilhassa abimi çok
döverdi. sonradan kadın bizi sıhhiye tabipliğine bırakıp gitti. hükümet
tabibi, abimi bir eczacının yanına verdi, onun çocuğu yokmuş. beni de bir
kumandan mı yarbay mı ne o aldı. orada kaldım ama evin oğlu sadist. durmadan
beni dövüyor. o kadar çok dövüyordu ki altıma yapıyordum artık. tekrardan
beni hükümet tabipliğine attılar. birkaç ay kaldım orada. bu arada artık
türkçe'yi de tam öğrenmiş durumdayım. herkes hayret ederdi. hükümet
tabipliğinde sıhhiye doktorlardan biri, fahri bey, o beni yanına aldı. dört
çocuğu vardı. karadenizli bir aileydi. çok iyi insanlardı. aradan zaman
geçti, tutturdum "beni okula yollayın" diye. okulu hazmedemiyorlardı. gülüp
diyorlardı "okula gidip kürtlerin kraliçesi mi olacaksın" diye. ağlıyordum,
"yaşın ufak" diyorlardı. ama yok, dişlerim dökülüyordu. dişi dökülen okula
gidiyordu. yollamadılar. abim geldi, ona söyledim okula gitmek istediğimi,
beni başka bir eve vermesini. bir mektep müdiresi ile konuşmuşlar. onlar da
bir çocuk arıyorlarmış, kabul etmişler. abim beni alıp, müdire hanıma teslim
etti. onlar da İstanbul modaya getirdiler. ablasının yanına. o da moda
enstitü müdiresi. o sene geçti. nüfus kağıdım yok. kış gelince okula gitmek
istiyorum diye yine tutturdum. "yaşın tutmuyor" dediler yine ama ısrar
ettikçe beni terslediler. devamlı iş yaptırıyorlardı bana. halı
silkeletiyorlar, halı elimden düşüyor. küçüğüm. giderken tavan arasında
bırakıp, her yeri kilitliyorlar. sıkışıyorum, ne yapayım, gidip bir kenara
yapıyorum. meğerse ahşaplardan sızıp alt kata iniyormuş çişim. ondan sonra
dayak yiyorum. bu böyle sürdü ve en son kız kardeşini çağırıp, beni geri
verdi. gerisin geri kütahya'ya...
bu sefer karadenizli ailenin kardeşinde kaldım. fakat onları sevmedim, çok
kötü günler geçirdim orada, bahsini açmak istemiyorum. yine karadenizli
tabibin evine gittim. okuma hastalığım sürüyor. 11-12 olmuştum. muhacir
komşularımız vardı, "bir aile var, seni okutacaklar" dediler. aldılar beni
rumelihanı'nda bir avukat ailenin yanına verdiler. onu da hiç hatırlamak
istemiyorum. karısı berbat bir insandı. yine okuyamadım. bir iş bulmak
istedim. İş araştırırken bir aile çıktı karşıma. İffet hanım, kocası şarklı.
İyi insanlar. onların yanında kalmaya başladım. beni atatürk'ün karısının
terziliğini de yapmış olan belkıs ablanın yanına verdiler. İş öğrenip, para
kazanmaya başladım. 14 yaşıma gelmiştim beni istemeye başladılar. aile beni
evlendirmek istiyor ama ben istemiyorum. o arada nüfus kağıdımı almıştım.
nüfusuma göre de nikah olmuyor. yaşımı büyütmek için mahkemeye başvurdu ve
bir imamın şahitliğiyle büyütüp, evlendirdiler.
İçerenköy'e gelin gittim. oğlan katlanılır gibi değil. manasız konuşan, beni
döven biri. bir zaman geldi ve artık bu eziyete dayanamayacağımı anladım.
bir de kızım oldu tabi. kaçtım evden. geldim İstanbul'a. "aşçıyım" deyip iş
buldum. bir evde, yemek kitaplarına gizli gizli bakarak aşçılığa başladım.
konaklarda bakıcılık yaptım. derken, ikinci çocuğumun babası çıktı karşıma.
benden epeyce büyüktü. sarayda büyümüş bir İstanbul ailesinin oğluydu.
onunla evlenmeden önce bir anlaşma yaptım. dedim ki "ben şarklıyım, bize
kürt diyorlar, ben ne olduğunu da bilmiyorum ama bir gün bana laf
söylerseniz, evinizde bir gün yaşamam." kabul etti ve hiçbir zaman en ufak
bir saygısızlık görmedim. kızımı hemen aldım yanıma. birkaç sene sonra da
oğlumuz oldu.
sene 1968. sürekli alışveriş yaptığım bir kasabımız vardı. her gün aynı
saatte giderdim. bir gün dedi ki "hanımefendi, size bir şey soracağım. sizde
şark kızıymışsınız gibi bir hava var. dedim "doğru, şarklıyım. aslım
tunceli, sürgünüz", meseleyi anlattım. adam şaşırdı ve "burada çok var
tuncelili" dedi. şaşırdım, "ne olur, birini benimle tanıştır" dedim.
kimlerden olduğumu sordu, çocuk aklıyla hatırladığım için, "şeyh rıza'nın
torunuyum" dedim. adam kahveye gidip, "tuncelililer, gelin size bir müjdem
var. seyit rıza'nın torununu buldum" demiş. millet de "yok, onun torunu
değildir, olsa olsa kamer ağamızın torunudur" demişler. ertesi gün yine
kasaba gittim. baktım bir delikanlı ayaklarıma kapanıp öptü. "estağfurullah"
dedim. "abla şükürler olsun sen sağsın" dedi. genci eve getirdim. "senin
babam sağdır" dedi. hemen mektup yazdı köye. söylemiş babama, "kızınızı
bulduk" diye. babam da cevaben demiş, "adı hatice, annesinin adı beserse ve
alnında bir yara izi varsa o benim kızımdır" demiş. cevabı verdik, "evet
tarifiniz doğru" diye. abim çıkıp geldi. abim benden evvel onları bulmuş.
zaten onbir yaşlarında abimle bağımız kopmuş, birbirimizi kaybetmiştik.
hemen gitmek istedim ama bu arada millet öyle laflar söylüyorlar ki
ayaklarım yerden kesiliyor. "tuncelliler çok ahlaksızdır. mum söndü
yapıyorlar, anne bacı tanımıyorlar" diye. ben çıldırıyorum,
kabullenemiyorum. bilmiyorum da tabi meseleleri. kafam karışıyor.
suskunlaştım, içime kapandım. menderes kabinesinde meşhur bir hekim vardı,
ondan randevu alıp, beni doktora götürdüler. hekim derhal muhit değiştirmemi
önerdi. bir işe girdim. birkaç ay çalıştım. ayrıldım. ama yok, düz
elmiyorum.
bir gün eşimi karşıma alıp, bütün bunalmalarımın nedenini anlattım. bana
şaşırıp, "sen aydın bir insandın, nasıl böyle şeylere kulak astın" diye
kızdı ve hemen yataklı trenden tunceli'ye bilet aldı.
çocuklarımla indim elazığ'a. herkes inanılmaz mutlu. kendimi müzelik bir
şeymiş gibi hissettim. millet bana şaka yapıyor, "bak, sen bir aşiret
kızısın, bu kadar millet geldi ama baban gelmedi" diye. dört yaşındayken
gördüğüm babamı hemen milletin içinden ayırıp, "gelmiş işte" dedim. babam
gülüp sarıldı, "benim kemikten olup da beni tanımaz mı" diye.
köye gittik. bütün köy toplanmış. gece babam sürekli kalkıp soruyor, "kızım,
bacım, sen rahat uyuyorsun?"
babam evlenmişti, başka çocukları olmuştu. onlarla tanıştım. annemin kesin
ölüp ölmediğini
sordum. "elbiselerinden tanıdım" dedi babam. annemin
kucağındaki bebeği hiç sormadım, üzülmesini istemedim. dedem, seyit rıza ile
yargılandıktan sonra mahkum olmuştu, yirmi sene sonra cezaevinde öldü.
babam, dağdan inip de cesetlerle karşılaştıklarını anlattı. amcamın
çocukları ve karısının parçalanmış cesetlerini toplayıp gömmüş. anlatırken
hiç gözünü kırpmadı, elleriyle gözyaşını silmedi. gözünün yaşı bir su kanalı
gibi akıyordu
.