I-T)KÜRTLER VE KIZILBAŞLAR(*)
Hugo Grothe
Dillerine bakılırsa Kızılbaşlar ve Kürtler birbirinden ayrılmaz gibi görü- lürler, ancak antropolojik açıdan birbirinden ayrı tutulması gereken farklı toplum- ları oluşturmaktadırlar. Genelde Anadolu'da yaşayan ve özellikleri ve öğretileri hakkında hâlâ kesin bir bilgi edinemediğimiz bir mezhebe bağlı insanlar Kızılbaş olarak nitelendirilmektedir.(l) Toros dağlarında yaşayan Avşarlar ve Çerkez- ler Kızılbaşlardan Kürtler diye sözetmektedir, ancak bu gizli mezhebe bağlı olmayan insanların yaşadığı Kürt köylerinden söz edilirken, bu köylülerden "Kürt Müslim" olarak sözedilmektedir. Kısacası "Kürt Kızılbaşlarından" ayrı tutulmaktadırlar. Ancak Avşar bölgesinde bulunanlar da dahil olmak üzere tüm Kızılbaş köylerinde Kürtçe konuşulduğu da bir gerçektir.
Kızılbaşlar Anadolu'da geniş bir alana yayılmışlardır. Pontus Dağlık kıyı şeridinde, onlara ilk kez rastladığım Ermeni Platosu'nda(2) ve Dersim bölgesin- de, Fırat'ın kaynadığı yerlerde Kızılbaşlar ile karşılaşmak mümkündür.(3) Kızıl- başlar ayrıca orta(4) ve aşağı Halis(5) bölgesinde, Afyon Karahisar'ın batısındaki Dolaçay ovasında, Toroslarda ve Aksu ırmağı yakınındaki Maraş ovasında yaşa- maktadırlar. Likya'da dini açıdan benzer özellikler taşıyan başka topluluklardan da söz edilmektedir, örneğin "Bektaşiler" ve "Tahtacılar", yukarı Suriye'de "Nusayriler", Yukarı Mezopotamya'da "Yezidiler", İran Kürdistan'ında ise "AIi-İlahi"ler.
İslam mezhepleri konusunda başarılı araştırmaları ile ünlü Georg Jacob, Bektaşilerin ve Tahtacıların özdeş olduğuna dikkat çekmektedir. (Türkische Bib- liothek IX, s. 14) Nitekim, "Bektaşiler ve Benzer İnançlar" (Die Bektaschijje und verwandte Erscheinungen) (Abh. d. Bayr. Ak. d. Wiss. I. KL XXIV, Bd. III. Abd. München 1909) adlı çalışmasında Jacob bu cemaatlerin gerek dogmaları açısından gerekse örgütlenmeleri açısından benzer, hatta özdeş öğeler taşıdıkları- nı tespit ettikten sonra bir yandan Bektaşilerin, Kızılbaşların ve Ali-İlahilerin birbirine çok yakın bir üçlü (teslis) oluşturdukları, bir yandan da bu üçlünün Ye- zidiler, Babiler ve Nusayriler ile de birçok bağlantıları bulunduğu sonucuna var- mıştır.)
Kızılbaşların dini gelenek ve göreneklerine ilişkin bilgileri, kısmen buralar- da yaygın olarak anlatılanlar ile örtüşmekte, kısmen ise yeni bilgi olarak karşıma çıkmaktadır.
Bilgi edindiğim kaynaklar güvenirlik açısından büyük farklılıklar taşımak- taydı. Bu kaynakların bir tanesi dini bütün bir Çerkez olan Zaptiye Onbaşı Al- med'di. Ramazan ayında, yolculuk halinde bulunan bir Müslüman seferi sayıldı- ğından oruç tutma zorunluluğu olmamasına karşın, Ahmed günde en az 8-10 saati at üstünde geçirmemize rağmen ne birşey yedi ne de su içti, tütün bile içmedi. Buna karşılık akşamları ise bana yolluk olarak hazırlanan kızarmış tavuklara sal- dırmayı ihmal etmedi. Binboğa Dağı'nı geçerken, ulaşabileceğimiz dini önderler konusunda bilgi edinmek üzere Ali Bey adında bir Kızılbaşın evinde eğlendik. Onbaşı Ahmed bir Kızılbaşın evine ayak basmaya önce pek istekli görünmedi,
çünkü Peygamberin buyruklarını hiçe sayıp Ramazan ayında oruç tutmayan, şa- rap içen insanlar ona göre değildi. Köye dönerken de bana her mutaasıp Müslii- manın hazırda bulundurduğu türden, "yoldan çıkmışlar" hakkında aşağılayıcı ni- telikte öyküler anlattı, örneğin kadın ve erkeklerin, rastgele birleştiği gece ayinle- ri gibi. Kızılbaşlarm bu ahlaksız davranışları konusunda dolaşan bilinen öyküle- re ilaveten Ahmed, düğünlerde de düğüne katılanlar arasında serbest cinsel ilişki geleneği sürdürüldüğü konusunda iddialarda bulunmaktaydı. Bununla da yetin- meyip, Kızılbaşlarm, evlerine misafir gelen Türke sundukları yemeğin içine tü- kürdükleri masalını anlattı. Sadece sundukları ekmeği kirletmezlermiş. Buna kar- şılık ben Kızılbaşlarm misafirperverlik gibi övgüye değer geleneklerinin de bu- lunduğunu ileri sürdüm. Tepkisi yine çok pişkindi, Evet, misafirperverlikleri ol- dukça ileri gidiyor dedi. Köylerine gelenleri 15 gün misafir ediyorlar ve 15 tane genç kız sunuyorlar. Bunların arasından iki tanesini seçebilir, hatta ikiden daha fazla kız da alabilir. Çerkez Zaptiye Onbaşı daha da ileri giderek köye gelen Kı- zılbaş dedelerine her gece başka bir genç kız sunulduğunu ileri sürdü.
Aziziye'de görevli olan ve bu bölgeyi, köylerini ve insanlarını çok iyi tanı- dığından Toroslardaki gezilerinde bana çok büyük yardımlarda bulunan Zaptiye İbrahim çok daha güvenilir bir gözlemciydi. Dini açıdan bir fanatik değildi ve Bursa'dan buraya göçeden Türk bir aileden gelmesine karşın Afşarlar, Kürtler, Kızılbaşlar, Çerkezler ve Ermeniler ile de dostluklar kuruyordu ve etnik grup- ların değişik geleneklerini hoşgörü ile karşılıyordu. Gecelemek için seveseve Kı- zılbaş köylerini seçiyordu, çünkü dediğine göre başka hiçbir yerde daha candan ağırlanamazdık. Yürekten çok midesi ile ilintili olan bu Kızılbaş düşkünlüğünden ötürü kızıl sazları ve uzun kızıl sakalı olan Zaptiye İbrahim'e "Kızılbaş İbrahim" adım takdim. Buna hiçbir zaman kızmadı, gülerek karşıladı.
İbrahim Kızılbaşlarm yemek yerken, su içerken ve yıkanırken sergiledikle- ri farklı alışkanlıklarından ötürü, kolaylıkla tanındıklarım vurguladı. Örneğin iki el ile birlikte su içmek gibi(7). İbrahim'in anlattığına göre Kızılbaşlarm abdest alırken kollarını aşağıdan yukarı yerine yukarıdan aşağıya doğru yıkadıklarını söyledi. (Bu kural Şiilerde de geçerlidir.) İbrahim'in dediği gibi Kızılbaşlarm Ali sevgisinden ötürü çocuklarına Ali'nin ve İmamların isimlerini koydukları çok doğruydu.
Kızılbaşlarm arasında iki silahlı kişi vardı. Bir tanesi Tavla'daki ev sahi- bim Molla Ali idi. Ali zenginliğinden ve çok çocuk sahibi olmasından ötürü köy- de büyük saygınlığı olan altmışında bir adamdı. Ölen ilk karısından altı yetişkin oğlu ve üç kızı vardı, tombul ve güzel olan otuz yaşlarındaki ikinci karısından ise üç oğlu ve iki kızı vardı. Kürtçe tercüman olarak yanımızda bulunan Zaptiye İbra- him varken sorularına hep kaçamak cevaplar verdi, ancak başbaşa dolaşırken kıt Türkçe'si ile bir ay önce köye Dedenin geldiğini ve 15 gün evinde kalıp dualar et- tiğini, törenler yaptığını söyledi. (15 rakamının gerçekten de bir önemi var demek ki) İnançlarına ilişkin bir kitabın var olup olmadığını sorduğumda ise kesin bir şe- kilde "kitap var" diye yanıtladı. Ancak Dedeler bu kitaba sahip olurlarmış ve ayinlerde bu kitaptan cemaata bölümler okurlarmış. Anladığım kadarıyla bu kitap Yezidilerin büyük olasılıkla sahip oldukları gibi inanca ilişkin öğretilerin kitap haline getirilmiş şekli değil de, Dedelerin çokça özdeyiş ve öğreti olarak yararlan-
dıkları Fars felsefesine ait eserlerdi. Sanırım belli başlı eğitim almış, okuma-yaz- ma bilen tek zümre Dedelerdi.
Rum hizmetkârım sayesinde bir gün Kızılbaşların Ali sevgisine ilişkin inançlarını açıklayan hoş bir olay oldu. Kendisi birgün Tavla'da bir tavşan vurur ve bana, pişirmek üzere ev sahibimiz Molla Ali'nin evine getirmek ister. Zaptiye İbrahim ise bir Kızılbaşın ocağında tavşan pişirilmez diyerek tavşanı kapar ve heybesine saklar.
Akşam yemekte sohbet ederken Kızılbaşların tavşan ile ilgili bağlantıları- nın içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum. Bunun üzerine İbrahim, Molla Ali ve oğul- ları tarafından birçok kez sözü kesilerek, Kızılbaşlar arasında anlatılan garip bir öykü anlatır: Aralarında Ali'nin de bulunduğu daha sonraki dört halife birgün Muhammed'in evinde misafirdirler. Burada, üç halife Ali'den bir mucize gerçek- leştirmesini isterler. Ali ise, "sadece Allah mucizeler göstermeye kadirdir; İsterse yüce Allah bin saati bir saate çevirebilir" der. Ali'yi dinleyen üç halife ise inan- mayıp bunun imkânsız olduğunu söylerler. O arada Ömer'in karısı hamur yoğur- maktadır ve suya gereksinim duyar. Bunun üzerine, Ömer su getirmek için en ya- kın dereye gider. Derenin berrak ve serin sularını görünce Ömer'de derede yıkan- ma isteği doğar. Sudan çıktıktan sonra Ömer şaşkınlık içinde bir kadına dönüştü- ğünü görür. Üzüntüsünden ağlamaya başlar. O ara köpeği ile birlikte bir çoban yaklaşır. Dere kenarında tek başına ağlamakta olan kadını görünce acır ve eve gö- türüp nikâhına alır. Yıllar geçer ve iki çocukları olur. Aradan yedi yıl geçer ki ço- banın karısı yine aynı dereye gelir ve içinde yine dereye girme isteği uyanır. Su- dan çıktığında yine Ömer'e dönüştüğünü görür. Hemen evine koşar ve hâlâ ha- mur yoğurmakta olan ve onu bekleyen karısını görür. Çobanın çocukları ise anne- lerini aramaktadırlar. Ömer'in evine geldiklerinde ise iç güdüsel olarak Ömer'in kucağına otururlar. Ömer çok utanır ve peygambere, beni bu utaçtan kurtar diye yalvarır. Peygamber onu dinler ve çocukları tavşan haline dönüştürür, "Kaç" de- yince de tavşanlar kaçıp giderler. O günden beri hiçbir Kızılbaş tavşanın gözleri- ne bakamaz. Nasıl bizde avcının karşısına yaşlı bir kadın çıkınca uğursuzluk sayı- lıyorsa, Kızılbaşlarda da işe ya da geziye çıkarken önlerine çıkan tavşan uğur- suzluk alâmeti sayılmaktadır. Öyküde Ali övünerek Tanrı'nın nasıl da isterse bin saati bir saate çevirdiğini kanıtlamış bulunuyordu, çünkü karısı hamur yoğurur- ken yanından ayrılan Ömer bir saat sonra dönmüştü, ancak öte yandan 7 yıl kadın olarak yaşamıştı. -Tavşan olayına gelince, bugün Kızılbaşlar hâlâ tavşan yemez- ler.
Kızılbaş köyü Kırkkısrak'ta bana, sorduğum her soruyu hiç çekinmeden yanıtlayan, çok zeki ve kendine özgür şahsiyeti olan, elli yaşlarında bir köylü çok yardımcı oldu. Kendisine ciddi bir ifade veren derin çizgileri olan, ancak gözleri canlı ve muzipçe bakan uzun sakallı bu köylü, sorduğum sorulara şarkta dini ko- nular sözkonusu olduğunda hiç alışık olmadığım, kendine özgü tarzda ince bir alayla yanıt verdi. Silahlı bu adam ile yaptığım konuşmayı hiç değiştirmeden ve- riyorum:
1- "-Kızılbaşlar kime inanır?"
"-Allah, Ali ve Hüseyin'e. Bunlar ile yetinmeyenler Abbas ile İmamlara da başvurabilir.(8)"
2-"-Hocanız ve caminiz var mı?"
"-Bu yaşıma kadar hoca görmedim. Canı dua etmek isteyen, evinde etsin. Birgün birisi köye bir cami yapalım diye teklifte bulundu, ama öyle bir şeyi köye yaparsak ancak içine eşekler doluşur yanıtını aldı."
3-"-Sünnet eder misiniz?"
"-Evet, ama bu gelenektir zaten. Gerçi bu adamı fazla değiştirmiyor, sanki horozun gerdanından ya da köpeğin kulağından bir parça kesmişsin, aynı şey."
4-"-Ramazanı tutar mısınız?"
"-Ha, o benim dostum, o gelirse ben tutmam, istediği gibi yoluna devam eder(9)."
5-"-Sizde nişan, düğün nasıl yapılır?"
"-Nişan çiftlerin ana-babası ya da onların vekillerinin de hazır bulunması ile yapılır, on gün sonra da düğün. Eğer köyde Dede bulunuyorsa nikâhı o kıyar. Eğer yoksa kızın babası nikâhı kıyar ya da damat üç şahidin huzurunda kızı karı- lığa kabul ettiğini açıklar."
6-"-Sizde tek eşlilik mi çok eşlilik mi hakim?"
"-Töremize göre tek kadın alırız(lO).
7-"-En önemli görevleriniz nelerdir?"
"-En önemlisi misafirperverlik. Verdiği hizmet için misafirinden para alan birisine iyi göz ile bakılmaz. Köy halkı onu cezalandırabilir ya da köyden kovabi- lir. İnsanlar çıkar gözetmeksizin birbirleri ile yardımlaşmak ve varlıklarını pay- laşmak için doğarlar."
8-"-öğretilerinizi yazan ve yayılmasını sağlayan bir kitabınız var mı?"
"-Ben de yok zaten okumasını da bilmem. Yaradan'a ve insanoğluna kar- şı yükümlülükleri emreden kitap, erdemli insanın kendi içindedir."
Yörede yaşayan halka Kızılbaşların gizli gece ayinleri konusunda sorular sorduğunda "bunu desem beni döverler" yanıtını aldım. Bu konuda Tavla ve Kırkkısrak'daki iki adamım da suskun kaldı. Şimdiye kadar yaptığım araştırmala- ra bakılırsa Toroslar'da Dedenin önderliğinde yapılan gece ayinlerinin belli bir zamanı yoktu, köye Dede gelince yapılırdı. Ayinlerde duanın yanında bir çeşit dans da yapılırdı(ll). Burada gizemli eski Anadolu geleneklerinin etkisi olduğu kadar eski Hıristiyan akşam yemeği törenleri de aklımıza gelmektedir. Törene ka- tılanlar vücut hareketleri ile birlikte çok yüksek duygu ve düşünce yoğunluğu içinde bir çeşit vecde kapılıp Ali sıfatında Tanrı'ya taparlar(12). Karanlıkta ya- pıldığı söylenen ahlâksızlıklar da kuşkusuz iftiradan ibarettir. Mumların söndürülmesi ve karanlık ise mistik bir hava yaratarak dua ve ibadetlere da- ha iyi konsantre olmak için oluştururlar. Ortamdan ibaret olsa gerek. Kızıl- başların ibadetleri Müslümanlarda olduğu gibi namaz kılarak, kısaca belli bir şekle ve hareketlere bağlı kalarak yapılmamaktadır. Kızılbaşlar "içlerindeki" se-
se uyarak dualarını ederler. Ancak onlarda da ya da Dedelerde de nesilden nesile geçen bazı duaların ezberde olduğu düşünülmektedir.
Kızılbaşlar hakkında edindiğim bilgi ve gözlemlerim bundan ibaret. Çok daha ayrıntılı ve tatmin edici bilgileri ise ancak Kızılbaşların yanında bir süre yaşayan ve Dede'nin güvenini kazanan birisi edinebilir. Torosların dışında Ma- raş'm doğusunda Aksu platosunda da Kürtçe konuşan Kızılbaşlarla karşılaştım. Bunlar kendilerini Kızılbaş ya da Alevi olarak nitelemektedirler. Demek ik bu iki terim bir tutulmaktadır. Bu iki terim arasındaki bağlantıları açısın- dan doğuya doğru yönlendirilmekteyiz ve kanımızca Bektaşi, Kızılbaş, Nu- sayri, Ali-İlahiler vs. hepsi de sonuçta aslında birbirine bağlı olan dinsel bir öğretinin değişik şekillerde adlandırılmalarıdır ve sağlam bir teşkilatlanma oluşturulamadığı için yaşadıkları bölgelere göre farklılıklar geliştirmişlerdir.
Bu düşüncemizi daha da ileriye götürüp, bu inançdaki toplulukların kanbağı da taşıdığını varsayabiliriz. Henüz 1908 yılında, Jacob tarafından ortaya çıkarılan materyali daha bilmezken (Gezi raporumun 15. sayfası) tüm bu mezheplerin bel- ki de özellikle Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'da yaşayan ve büyük ölçüde put- perestlikten henüz kurtulamamış olan ve İran'dan gelen Şiilikten, özellikle de Sûfilikten etkilenen dağınık Hıristiyan toplulukların bir kalıntısı olabileceği konu- sunda yazmıştım. Tüm bu farklı inançlara sahip insanların genelde ana yollardan uzak, ulaşılması güç dağlık bölgelerde yaşadıklarını ve böylelik ırklarını ve inançlarını koruduklarını göz önünde bulundurursak bu dini grupların etnik olarak da birbirine bağlı oldukları olasılığı ortaya çıkmaktadır. İlk zamanlar geniş bir alanda yaşayan bu halk uygun sığmaklar bulmak için dört bir yana göç et- mişlerdir. Bu gruplar arasındaki akrabalık bağı kuşkusuz Anadolu'nun isla- miyet öncesi nüfusuna dayanmaktadır. Bunu, Mısır sanatının bize sağladığı, antropolojik özelliklerin çok iyi belirtildiği Ön Asya halk tiplerine ilişkin resimler kanıtlamaktadır.
Luschan, Tahtacılar ile ilgili raşatırmasında, kafatası incelemelerine daya- narak, Likyalı Tahtacıların ve Bektaşilerin en yakın akrabaları olarak aynı öz- gün kafatası yapısına (hipsikefali) sahip olduklarından Ermenileri göstermiştir. Luschan daha da ileri gederek Anadolu'nun geniş bir kesiminde bir zamanlar ho- mojen bir yerli halkın yaşadığını ve bunların bir bütün olarak bozulmadan Erme- nistan'da yaşadığını, ancak ülkenin diğer bölgelerinde de Türklerde İslam mez- heplerinde ve Yunanlılarda da bunların kalıntılarının bulunduğunu söylemektedir. (l.c. s. 20)
Ben de gözlemlerimde, Orta Toroslarda yaşayan Kızılbaşlar ile Torosların güneyinde Cihan'ın batısındaki dağlık bölgede(14) yaşayan Ermenilerde aynı ka- fatası yapısı ile karşılaştım. Bu gerçekler; tartışmasız, Toroslardaki bu bölgede bir zamanlar homojen bir "proto-Ermeni" (Luschan) halkın yaşadığını ve bugün bile belli fizyolojik özelliklerini kalıtım yolu ile koruduğunu kanıtlamaktadır(15). Şimdi eğer Mısır taş anıtlarında resm edilmiş olan figürlerde Hitit tipi özellikleri- ne rastlanıyorsa, Mısırlılar'm H-ta diye nitelendirdikleri halkın, daha önce sözü edilen Anadolu'daki proto-Ermeni halkın ya da onların akrabalarından söz edildi- ği sonucuna varmamız mümkündür( 16). Winckler tarafından yapılan incelemeler
bize Hititler adı altında şimdiye kadar birçok halk gruplarının da adının geçtiğini göstermiştir(17). Ancak kesin olan birşey varsa, o da menşeleri konusunda hâlâ kesin olarak belirlenemeyen Hitit özellikleri taşıyan bu grupların Toroslar civa- rında yaşamış olmalarıdır. Bunu tartışmasız olarak Toros bölgelerinde bulduğum Hitit işaretleri ile bezenmiş anıtlar kanıtlamaktadır. (Bak. Ön Asya gezim I. Ana- dolu'daki Hitit sanatına ait anıtlara ilişkin notlar S. CCCV f.) Comanain yazıtla- rında verilen Yunanca olmayan isimlerin (bak ebenda S. CCXXXVII, ayrıca Jerphanion'un (Taurus et Capadoce Melanges d. 1. Faculte Orientale Beyrouth. Tome IV, s. 327) bu en eski Hitit halk katmanına mı yoksa daha geç Kapadokya halkına mı işaret edip etmediğini araştırmayı, Hitit yazısını da deşifre etmiş olma- sı gereken daha genç nesil araştırmacılara bırakıyoruz. Zamanında Strabo'da Ka- tonları ve Kapadokyalıları aynı dili konuşan iki farklı kabile olarak nitelemiş, Anadolu'nun iç kısımlarındaki halkların birbiri ile olan çözülmesi güç ilintilerine değinmiştir. (XII. 1. s. 533)(18) Katoonların Hititlere yakın bir halk mı yoksa ta- mamıyle onlar ile özdeş mi olduklarına karar vermek güç. Kaldı ki Kapadokyalı- lar daha geç bir göç katmanına sahiptir.
Sykes'in bize Tur-Abidin dağlarındaki Jakobitler ve Yezidilere( 19) ait, kısa- cası daha doğuda ve güney doğudaki kabilelere ait, sunduğu tipolojik resimlere baktığımızda yine karakteristik olan hipsibrakesefal kafa yapısına rastladığımızda (bu özellik Puschf-i-kuh(20)daki Feililurlarda Kafkasyalı kanı taşıyan kabilelerde de gözüme çarpmıştı.) İki sonuca varabiliriz: Birincisine gelince, Luschan'ın de- diği gibi bugünkü Ermeniler ile akraba olan homojen halk kitlesi sadece Anado- lu'nun bazı bölgelerinde değil, Torosların etekleri boyunca uzanan tüm bölgeler- de ezelden beri yaşadığı ortaya çıkmaktadır, bunun da ötesinde sui generis (ben- zeri bulunmayan) diye nitelendirdiğimiz bu eski kavimin izlerini sürersek doğuya doğru yol alıp olası köken ülke olarak da Kafkasya'ya ulaşmaktayız. Heinrich Ki- epert de zaten 1878'deEski Coğrafya (s. 73) adı altındaki ders kitabında Anado- lu'nun ve Ermenistan'ın dağlık bölgelerinde ve civarında Aryan göçten daha ön- ceki tarihlere ait, belki de Kafkas ve yarı (Sub) Kafkas grupları ile akraba olan es- ki bir halkın yaşadığını öne sürmüştür. Bu tahminler Pauli (Lemnos adasında bu- lunan Yunan öncesi yazıtlar, 1886 ve 1894) ve Hommel (Antropoloji Arşivi 1890) tarafından somut dayanaklar ile desteklenmektedir. Kısacası, ırkların kö- kenlerine ilişkin araştırmalar kadar içinde tezatlar barındıran başka bir konu yok- tur. Bu nedenle bölgedeki halkların kökenlerini, halkların birbirine karışmasını araştırırken coğrafyacılar, filologlar, anatomistler ve Anadolu etnografyası uz- manları ile sıkı işbirliği içinde olmak gerekmektedir.
Önümüzdeki araştırmadan da anlaşılacağı gibi, Kızılbaşlar'a etnik özelliği olan ve bu yörelerdeki yerli halk ile Kürtlerden(21) daha fazla bulunan bir toplu- luk olarak bakmamız gerekir. Araştırma yaptığımız bölgelerde Kürtler, daha çok Carpu havzasında, Huni (Chuni)de, Binboğa dağının doğusundaki köylerde ve El- bistan ovasımn(22) batı ve güneydoğusunda yaşamaktadırlar. Ancak Elbistan ovası bölgesindeki Kürtler saflıklarını koruyamamışlar, Afşarlar ve Moğolis- tan'dan buraya göçeden topluluklar (Yörükler) ile karışmışlardır. Burada konuşu- lan dil de daha çok Türkçe'dir. Kürtlerin bulunduğu yerlerin batıya doğru sınırını çizmek istersek Fırat'a doğru uzanan Arabant çayı vadisini izleyip buradan Erke-
nes çayına kadar Maraş ovasından(23) geçip, sonra tekrar kuzeyden Elbistan ova- sına doğru Ceyhan Irmağı ile kesiştiği yere kadar ilerlememiz gerekir. Elbistan'ın doğusundaki dağlık bölgelerde yaşayan Kürtler kışın güneye doğru kayarlar. Ba- zı kabileler hala yarı göçebedir, örneğin yazın Maraş'in güneyinde Gavur Gölün- deki yüzen bir adada bulunan Nuhrak dağında yaşayan bir aşiret ile karşılaşmış- tım. Bunların tipleri (bah. res. 58) Afşarları andırmaktaydı, diğer bir deyiş ile Mo- ğul karışımı sezilmekteydi. Toros bölgesindeki Kızılbaşlar, özellikle erkekleri, fiziksel olarak Afşarlardan belirgin bir farklılık gösterirler, örneğin daha uzun boylu güçlü kuvvetli bir yapıya sahipler. Bu da belki dağlık bölgelerde yaşamala- rına bağlanabilir. Bu insanların yüzleri genelde uzunca, kafa yapıları daha çok hipsibrakisefal, gözleri kahverengi nadiren de mavi, burun ince uzun, çene güçlü bir yapıdadır(24). Sadece yaşlı olanlar değil, orta yaşlı erkekler de sakallıdır. Kı- zılbaş kadınları Afşarlardan daha zayıf yapılı, onlar gibi başlık takmaktadırlar, ancak bunun için daha çok siyah rengi tercih etmektedirler. Kırmızıya olan düş- künlüklerini etek şeklindeki önlüklerinden anlamaktayız.
Kızılbaş ve Kürtlerin kültür seviyeleri de Afşarlarınki gibi düşük. Tarımcı- lık, hayvancılık ve el sanatları ile ilgili anlattığım gözlemlerin hepsi için de geçer- li. Evlerini hala çıra ile aydınlatıyorlar. Misafirperverlikleri ise Afşarlardan daha içten ve çıkarsız. Geceyi beş kulübeden oluşan bir oduncu köyü olan İncilikız'da (Indjerlikkıs) geçirmekteydim. Ev sahibi kadınlar bana yolluk hazırlamak için bü- tün geceyi ekmek ve tavuk pişirerek geçirdiler.
Dipnotlar
1- Kızılbaşlar hakkında tek tutarlı araştırma, Grenard tarafından yazılan "Une Secte religeuse d'Asie Mineure: Les Kyzylbasch (Anadolu'da Dini Bir Tarikat: Kızdbaşlar), Journal Asiat.x, 3, 1904, s. 511. Kızılbaşlar'a ilişkin verilen diğer bilgiler gezi notlarında geçmektedir ve güvenilir sayılmaz. Ayrıca Lerch de konuyla ilgilenmiştir: "Forschungen über die Kürden" (Kürtler hakkında Araştır- malar)-!, Petersburg, 1877, s.xVII. Ayrıca Vambery; Algeıneine Zeitung, 27.12.1877.
2- Bkz. Grothe: Auf türkischer Erde (Türk Topraklarında), 2. bas. 1902, s. 67.
3- Bkz. Hogath: Problems of Exploration (Araştırmadaki Sorunlar), I. Cilt, s. 558.
4- Burada Ürgüp ile Kırşehir arasında Hacı Bektaş Dergahı bulunmaktadır. Bu yörede, isminin yanında "dede" adı bulunan birçok köy bulunmaktadır. Ha- lis'deki Bayramköy'de kaldığımda orta Halis'in sağ kıyısında 50'nin üstünde Kı- zılbaş köyü olduğunu öğrendim. Anladığımıza göre, burada Bektaşi ile Kızılbaş terimi eş anlam taşımaktadır.
5- Kannenberg: Globus (Yerküre dergisi), 1895, Cilt: 68, s. 62.
Flotwell: Aus dem Stromgebiet des Qysyl-Yrmag (Kızdırmak Boyun- ca), Pet. Mitt. Ergh. 114, Gotha, 1895, s. 12.
6- Burada, Çepniler'Ğen söz etmek gerekir (Humann: Verb. d. Ges. f.
Erdk.), Berlin, VII, 1880, s. 248. Kennenberg Çebni ya da Çefm'leri Kızılbaşlar ile; Wilson ise Nusayriler ile özdeş tutar. Bu konuya H. Kippert de değinmiştir. (Z. d. Ges. f. Erdk. 1890, s. 322).
Urfa'da bana Fırat ve Abdulaziz Dağları arasında, Tulaba dağlık bölgesinde yaşayan "S7e£>/"lerden söz ettiler. Suriye'ye olan coğrafi yakınlığa bakılırsa Nu- sayriler'm etkisinde bir mezhepten söz edilebilir.
7- Müslüman, sol eli ile anüsünü yıkadığından, yiyecek ve içeceklere sadece sağ eli ile dokunur.
8- Görüldüğü gibi adamım, Grenard'ın iddia ettiği gibi Musa, İsa, Davut ve Meryem'den hiç söz etmiyordu; daha çok Şii inancına özgü isimler sayıyordu.
9- Kırkısrak köyü eşkıyalığı ile ünlüdür. -Acaba Ramazan'a bir kötülük yap- mayıp yolunu kesmeyeceğini mi kastetmekte?-
10- Aynısını Andreas, İran'daki Babiler için söylemekte. (Leipzig, 1896.)
11- Grenard, bize törenin ayrıntılarını vermekte (1. Cilt, s. 516). Öne sürdü- ğü Hıristiyanlık ile benzerliklerden (hazır bulunanlara ekmek ve şarap sunulur) bana bir şey bildirilmedi. Kızılbaşlığı, yarı-Hıristiyan mezhebi olarak gören Rec- lus (Ix, 350) ile de kıyaslayın.
12- Ali'nin enkarnasyonu ve "teslis" düşünceleri için bkz. Jacob: Bektasc- hijje (Bektaşilik), s. 33-34.
13- Jacob da (Türk Kütüp. Ix, s. 34) Bektaşi ve Ali İlahiler arasındaki bağ konusuna dikkat çekmiştir. Belki de Bektaşi ile Kızılbaşlar birbirine sandığımız- dan daha yakındır, hatta özdeştir.
14- Körsülü ve Ceyhan arasında Demerek (Gemerek olmalı MB) civarında. Eski Hitit merkezi Maraş'a yakınlığı dikkate değer.
15- Kayseri bölgesindeki Yunanlılar'ı (Rumlar MB) Kapadokyah olarak ni- teleyen Wilson, şöyle yazmıştır (I. Cilt, s. 312): "Bu insanların yüzleri Hitit anıt- larındaki yüzlere büyük ölçüde benzemektedir. Bu nedenle büyük olasılıkla bu in- sanlar eski ırkın kalıntılarını taşımaktadırlar ve tiplerini arı bir şekilde koruya- bilmişlerdir. " Ben ise Kayseri'deki Yunanlılar'ın Hitit tipine benzediklerinden çok Toroslar'daki Kızılbaşlar ile Maraş bölgesindeki Ermeniler arasındaki ben- zerlikleri farkettim. Bugünkü halkın bazı tiplerinde Hitit yüz özelliklerinin bulun- duğunu, Garstang da güneydoğu bölgesindeki Aintab (Antep) yakınlarındaki halk için ileri sürmektedir (I. Cilt, s. 16). Garstang, özellikle Kartal ve Küçük-Kızılhi- sar adındaki kasabalara değinip fotoğraflar da göstermektedir. (Plate V ve xV)
16- Bkz. Zimmerer, 1. Cilt, s. 12. Lepsius Anıtları, Pl. CCIx; Rosellini, Mo- numenti, Pl. CM. Sözü geçen tip resimler 14'te belirtilmiştir. Hitit ırk tiplerini Petrie toplamıştır (Raciel Types, s. ]43-148). Garstang ise plaka (xxxııı, 1. Cilt)da Abydos'daki Ramses tapınağından gelen iki Hitit figüründe mongoloid ve proto-yunan tipini ileri sürmektedir. Garstang'ın, Hitit halkının farklı öğeleri ko- nusunda vardığı sonuçlar, yakınlarda Hugo Winckler'in sözünü ettiği tahminlerle uyuşmaktadır.
17- Hugo Winckler, Vorlaufige Nachrichten über die Ausgrauben in Boghasköi im Sommer 1907 (1907 Yazında Boğazköy Kazılarına İlişkin Geçici Rapor), Mitt. d. D. O. G. Nr. 36, s. 46. "Yeni bilgilere göre, şimdiye kadar daha genel ve kesin olmayan isimler hakkında daha somut bilgiler elde etmemiz müm- kün olmuştur." Bunlar, Mitanniler, Chattiler, Charriler ve Arsava nüfusu hak- kındadır. Mitanni ve Chatti'de Winckler en eski katmanı görmektedir. Daha son- raları fatih olarak ortaya çıkan Charriler'i ise Aryen bir ırk olarak tahmin etmekte- dir.
18- Şunu da belirtmek gerekir: Ne dilleri açısından ne de örf ve adetleri açı- sından Kapadoky ahlar ile Kataonlar arasında bir fark bulunmadığından, kabile farklılığının belirtisi olan izler de tamamen silinmiştir.
19- Sykes: Journeys in North Mesopotamia (Kuzey Mezopotamya'ya Ge- ziler), Geog. Journal, xxx, 3-4, Londra, s. 386-391.
20- Geograpischen Charakterbilder (Coğrafi karakter Özellikleri) çalışmam ile karşılaştırın. Res. 168. Chantre da (Anadolu'da Bilimsel Araştırma Hakkında Rapor)âa (1896, s. 17) Bahtiyarlar hakkında aynı şeyi söylemekte. Ansariler'i (Nusayriler) ise, kısa boyunlu ve dik bir kafa yapısına sahip olarak niteler.
21- Kürt tiplerini, Coğrafi Karakter Özelliklerine ilişkin kitabımda da (bkz. res. 32, 35, 36, 37, 58, 59) bulabilirsiniz. Doğuya doğru gittikçe Kürtler ile Kızıl- baş lar fiziksel açıdan büyük farklılıklar göstermektedirler, Toroslar'da olduğu gi- bi.
22- Aynı bölge 1378 yılında, taht yeri Maraş olan Türkmen hanedanı tara- fından fethedilir. (Hammer: Pourgstall; İlhanlılar Tarihi, s. 294. Osmanlılar Ta- rihi II, s. 176.)
23- 1812 yılında Bruce da, Suriye'den Elbistan'a giderken Yukarı Aksu böl- gesinde Kürtler ile karşılaşmıştır.
24- Kürtler'in fiziksel özellikleri konusunda ayrıca bkz. Chantre, 1. Cilt, s. 15. Kafa yapıları yine daha çok brakisefal.
(Almanca'dan Çeviren: Huri Tuşik Özkurt.)
(*) Kaynak: Hugo Grothe: Meine Vorderasienexpedition 1906 und 1907
(Önasya Gezim 1906-1907), Cilt II, Leipzig, 1912.
|