|
Erdal Gezık Doğu Aleviliğinde Seyitlik ve Yakın Tarihte Geçirdiği Değişimler.* Kanak:Yeni BinyildaDersim Sayfa:58-69 almanya "Kürt". "Dersim" veya "Doğu Aleviliği" olarak adlandırılan oluşum içerisinde, seyit örgütlenmesi geçen yüzyıl ve bu yüzyılın ilk çeyreğinde bölgede bulunan tüm gezginlerin ve ilgililerin dikkatini çekmiştir. Bu kişilerin bıraktıkları yazıların bir- çoğunda seyitlerin bu dinsel oluşum içinde sahip oldukları saygın ve merkezi kon- umlarıyla ve kendilerine bağlı tüm Kürt-Alevi aşiretlerini, girilmesi zor dağlık Der- sim bölgesinden nasıl yönettikleri vurgulanmıştı.1 Maraş, Malatya ve Sivas'dan, Er- zurum ve Kars'a kadar etkili olan bu seyit örgütlenmesinin kendisi ve bağlı olduğu etno-dinsel grubun yakın tarihte geçirdiği değişimler bu makalede yeniden ele alı- nacaktır. Henüz, bu yüzyılın başlarında efektif bir dinsel organizasyon olarak ta- nıdığımız bu kurumun günümüzde bu konumunu yitirmesinin arkasında yatan tari- hsel nedenler burada irdelenmeye çalışılacaktır.
Konu, Dersim bölgesi temel alınarak üç ana bölümde işlenecektir. İlk bölümde, seyitlik kurumunun 1938 öncesi dönemde din ve topluluk içerisindeki yeri, böl- genin bir sakini açısından bakılarak yeniden çizilmeye çalışılacaktır. İkinci bölüm- de, bu kurumun karşılaştığı sorunlar işlevsel boyutuyla işlenecektir. Son bölümde, sırasıyla devletin bu kurum ve ona bağlı olan topluluğa müdahalesi ve bunun uzan- tısından oluşan yeni toplumsal ilişkiler içinde seyitlik kurumunun yen tespit edil- meye çalışılacaktır.
Tarikat Yolunda Bir Dersimli
Eğer yirminci yüzyılın ilk yarısındaki beklenmedik politik gelişmeler olmasaydı, bin sekiz yüz doksan yılında Dersim'de doğmuş olabilecek bir çocuğun hayatı 17. yy.'da yaşamış bir memleketlisinden pek farklı olmayacaktı. Yaşama adım attığı ilk günden itibaren onun hayatı, asırların belgelenmemiş temposuyla yaratılan ge- lenekleri yaşatma ve kurumların sadık bir üyesi olmanın ötesinde, farklı bir çizelge göstermeyecekti. Büyük olasılıkla herhangi bir mezrada küçük bir aile toprağında, büyük oranda kendi tüketimi içm üreten ve sınırlı sayıda mal varlığı ile yaz aylar- ında yaylalara çıkan yarı göçebe bir ailenenin çocuğu olacaktı. Ailesi dışında bir de, birbirlerinden hiçbir farklılık göstermeyen onlarca aşiretten birisinin üyesi olma onuruna da en ufak bir çaba sarfetmeden erişecekti. Hafızasına çocukluk yılların- dan itibaren, kendisinden en azından yedi nesil öncesine kadar aşiretinin kurduğu dostluk ve düşmanlık ittifaklarını yerleştirecekti. Bu bilgiler, yalnızca onun bağlı ol- duğu gaip ilişkisini canlı tutmak için işlev görmeyecek, aynı zamanda ilerde aşiretinin silahlı bir üyesi olarak karşılaşabileceği çatışmalarda ailesi ve aşireti ya
da aşireti ve ailesi için yararlanabileceği "kolektif geçmişi ona öğretecekti.
O'nun için yaşadığı 19. yy.'da, başka dünyalarda karşılaşılan her türden sömürüye karsı sınıfsal ve sosyal örgütlülük ya da başkaldırılar hiçbir zaman söz konusu ol- mayacaktı. Mensubu olduğu aşiretinin atasının kutsal soyunu birincil derecede tem- sil eden ve genelde kendisinden o kadar farklı yaşam sürdürmeyen reisine karşı sı- nıfsal kin beslemek gibi garip bir şey -ondan önceki tarihte görülmediği gibi-, ken- disi tarafından da asla düşünülmeyecekti. Tam aksine yılda bir kez hediyelerle ziya- ret edeceği reisinin evinde bulunan ve ortak atanın ruhunun sürekliliğini temsil eden ocağa saygı, onun güven içerisinde hayatını sürdürmesine yardımcı olacaktı. Bu güven tazeleme işi ise şarttı; eğer reisinin komutasında çevre illerdeki "yabancı" köylerde, bazı yıllar mecburen yaptıkları talanlardan ve düşman aşiretlere karşı sa- vaşlardan sağ dönmek istiyorsa.
Yaşamın garantiye alınması yalnız aile ocağına gösterilecek saygıyla sınırlı de- ğildi. Gerçi, onun geleceği doğduğundan 40 gün sonra ailesi tarafından ger- çekleştirilen bir merasimle geniş teminat altına alınmıştı; içinde bereketliliğin ve temizliğin sembolü olarak altın yüzük konulan bir elek üstünden 40 kaşık kutsal su yüzüne serpilmiş ve onun için en güzel dilekler dilenmişti. Ama hayatı boyunca karşılaşabileceği tüm tehlikelerden ve her türden kötülüğün kaynağı olabilecek cin ve perinin tehdidinden korunması için gerekli daha fazla şeyler, bizzat kendisi tara- fından öğrenilmeli ve uygulanmalıydı. Her şeyden önce o ak sakallı ve ölümsüz Hızır'ı tanımalıydı. Bunu ise yalnız ocak [■ veya şubat ayında üç gün oruç tutmakla değil, tüm kalbini Hak'a (ebedi Nur) ve O'- [. na olan inançla doldurmahydı. Aksi takdirde yalnız ortamlarda karşılaştığı tehlike- I lerde "Ya Hızır" diye O'nu yardımına çağırması cevapsız kalacaktı. İkmci olarak, ebedi Nur'un temsilcisi olan Güneş'e karşı her gün bağlılığını yenilemeliydi. Her . sabah güneş doğmadan önce kalkıp, ev ocağındaki kutsal ateşi temizleyip yaktıktan sonra, sırasıyla milleti, aşireti, köyü, ailesi ve tüm mütevaziliği ile kendisi için iyilik dolu bir gün dileyecekti. Son olarak da, her birisinin bir evliyayı temsil ettiği ziya- retlere periyodik yolculuklar yapacaktı. Onları sevgiyle temizleyip, dualar okuya- cak, onlar için yemekler dağıtacaktı.2
Yaşam yanlızca bu dünya ve bir defa ile sınırlı değildi. Bin bir kez her türlü biçim alarak geri dönme ihtimalinin olduğu yerde, kötünün sembolü olarak dönmek i istemiyorsa, doğuştan mensubu olduğu tarikatının gereklerini yerine getirmeliydi. Ölümüne kadar yürüyeceği bu yolda, doğuştan üyesi olduğu tarikatından ayrıl- maması için kutsal yollarının temsilcileri mürşid, pir ve raybere bağlı kalmalıydı.
t>u makale 1996 yılında yazılmıştı. Değişik nedenler bu çalışmanın zamanında çıkmasını engelledi.
enim makaleyi bir daha gözden geçirme olanağım olmadı. Aradan geçen zaman içerisinde konu hak- kında daha detaylı bilgiler topladım. Bunları işlemek için makaleyi tamamen yeniden vazmak ge-
eKıyordu. zaman darlığı bunu mümkün kılmadı. Bu yüzden makale, gerekli küçük düzeltmeler dışında * biçimini korumaktadır.
Mucizevi soylardan gelen bu insanlarla olan ilişki onun ataları tarafından asırlar ön- ce kurulmuş. O'na da yanlızca bunu bir dahaki nesile aktarmak düşecekti. O haya- tı boyunca en çok pır ve rayberi ile alakadar olacaktı. Seyitler onun hayatında pratik ve ruhani düzeyde önemli rol oynayacaklardı.Herşeyde önce. hayatı boyunca yaşayacağı sürtüşmeler ve çatışmaların çözüme kavuşabilmesi için, tarafsız ve genel saygınlığı olan bu seyitlerin "hâkim" rolüne ihtiyacı vardı.
Ruhani düzeyde seyitlerle olan ilişkisi ise, yılda en az bir kez olmak üzere tarika- tının en önemli ayini olan cem buluşmalarında olacaktı3 Bu buluşmalar yalnız onun mensup olduğu grup içi ilişkileri, her türlü iç çelişkilere rağmen, pekiştirmeyle sı- nırlı kalmayıp, bir o kadar da yıllık yaşam sınavı olarak işlev görecekti. Her cem, pirin huzurunda geçmiş yılın ifadesi alınarak başlayacaktı. Kendisiyle ilgili karşı bir şikâyet varsa, pir O'nun temel din, ahlak ve hukuk anlayışlarının yansıtıldığı "Eli- ne, beline ve diline sahip ol" öğretisinden yola çıkarak yargılayacaktı. Suçlu bulun- duğu takdirde maddi cezalar alma ve en kötü ihtimalde toplumdan afaroz edilme, bir bütün olarak izole edilme tehlikesiyle karşılaşacaktı. Eğer sınavını başarıyla ver- irse, o temiz kalplilerin bir üyesi olarak cem ayinine katılıp, kutsal ateşin her za- mankinden daha güçlü yandığı bir ev odasında, pirin tambur eşliğinde kendi dil- lerinde atalar, evliyalar, ziyaretler, Ali ve onun nesli üzerine söylediği duygu dolu deyişleri dinlerken gözyaşları sınırsız özgürlüğe sahip olacaktı. Sonra tüm kutsal günlerinde olduğu gibi yoksul evlerinde hazırlayabildikleri yemekleri hep birlikte paylaşarak yiyeceklerdi. O günkü cemde bir de onun tüm dünya hayatı ve ahiret için seçtiği yol kardeşi, musahibi, pir tarafından onaylanmış ise, artık onun mutlu ve hu- zurlu bir insan olarak hayatını sürdürmemesi için hiç bir engel kalmıyacaktı.
Bin sekiz yüz doksanlarda Dersim'de doğan bu kişi mutluluğunu sürekli yenileyip, tüm kaynakları ile bu "ideal" düzeni kendi çocuklarına ve torunlarına ak- tarma şansına sahip olamadı. Yirminci yüzyılın başlarından itibaren ondan çok uzakta ve çoğu kez haberdar bile olmadığı gelişmelerin kendi dağlarına kadar et- kisini, aşiret ordularıyla engelleyemeyince, onlara karşı çaresiz yenilgisini kabul- lenmekten başka yolu kalmamıştı; tüm çatışmalardan sonra hayatta kalmayı başa- rabilmişse tabii.
Peygamber'm Üç Evladı: Mürşid-Pir-Rayber
Toplumun değişik iktisadı, sosyal ve dinsel katmanlarının her yönüyle bu kadar iç içe olduğu ve kendisini değişmez kalıplarla şekillendirdiği bu bölgede seyitlik kuru- munun yaşatılabilinmesi için tek formül tüm olguların aynı kalmasında yatmaktay- dı. En ufak iç dinamikten yoksun olan bu statik yapı topluma her düzeyde hâkimdi; küçük toprak mülkiyetine dayalı basit tarımcılık, yarı göçebecilik, kalıtsal geçen aşiret üyeliği, doğuştan üyesi olunan dini inanç ve asırlar önce belirlenmiş, ken- dilerini kalıtsal kutsallıkla ayakta tutan seyit ailelerden birisine bağlılık. Toplumu değişikliğe zorlayabilecek dışardan gelen etkilere karşı dağlarının koruması ve
çevreleriyle olan etnik ve dinsel farklılık onlara doğal sınırlar yaratmıştı. Ayrıca Os- manlı iınparatorluluğıınun 1 6. yy. sonrası bu bölgeye karşı yürüttüğü "ilgilenmeme" o0litikası. bölgede hâkim olan sosyal yapının bu politik süreç boyunca kendisini koruyabilmesini kolaylaştırmıştı. 19. yy.'m ikinci yarısında imparatorluğun bu poli- tikası değişince bu bölgede de ilk kıpırdanmalar başlayacaktı.
1908 yılma kadar Osmanlı idaresinin bölgeyi denetimi altına alma girişimlerine Dersimlüer aşiret güçleriyle başarılı bir şekilde karşı koyacaklardı. 1908 sonrası ise bölge ilk Önce I. Dünya Savaşı sırasında ve sonradan da yeni kurulan Cumhuriyet'le 1937 yılında kanlı bir çatışmadan sonra tamamen merkezi idarenin denetimi altına girecekti. 1908 sonrası ağalar ve pirler dışında Dersim'de Ankara'nın "otoritesi" ve 'Saygınlığı" her geçen gün artan ve hesaba katılması gereken bir faktör olmuştu. Başlayan kargaşalı dönemde değişen dengeler ve yeni çelişkiler karşısında seyitler kendilerinden beklenen aracı ve huzur getirici rollerini gerçekleştirmekte zorlana- caklardı.
Bu durumun baş göstermesi seyitlik kurumunun kendisinin ve parçası olduğu top- lumsal yapının yetmezlikleri ile doğrudan ilişkiliydi. Her şeyden önce toplumun kendisi gibi seyitler de değişmeyen kurallar ve kalıpların sahipleri idiler. Onlar ne tür sorun olursa olsun taraftarlarını "Eline, beline, diline sahip ol" formülüyle ah- laki, hukuksal ve dinsel düzeyde idare edebileceklerine inanıyorlardı. Elbette bu formül kapalı, kaçış olanakları olmayan ve homojen kırsal kültürün etkin olduğu geçmiş dönemlerde mutlak inanç gösteren taraftarlar arasında çıkan hırsızlık, zina ve iftira gibi sorunları çözmede etkili olmuştu4. Ama daralan ekonomik ola- naklardan dolayı sürekli artan talanlar, yaygınlaşan iç çatışmalar veya devletin gir- mesiyle bozulan iç huzurla, aşiretlerin birbirlerine karşı milis olarak kullanıldığı bir ortamda seyitlerin bu sihirli formülleri, ne insanların başkalarına verdikleri zararla- rı, ne de devletin onlar üstündeki baskılarını durdurabiliyordu.
Bu türden yeni sorunlar karşısında ise seyitler düşünce ve tedbirler geliştireme- diler. Bu yetmezlik daha çok onların bu statüye nasıl geldiklerinden kaynaklanıyor- du. Dersim ve Kürt Alevileri içinde etkili olan dört seyit ailesi de (Kureyşan, Baba Mansur, Ağuçan ve Derviş Cemal), kendilerini dinlerinin form el merkezi olan Ali'nin soyundan gelen imamlardan birisine bağlamaktaydılar. Onlar bu geçmişleri ile tanrmm doğaldan temsilcileri olarak görülmekteydiler. Bunun kanıtı olarak bu ailelerin atalarından her birisi ayrıca doğa üstü kerametler sergileyerek bunu yeni- den ispatlamışlardı. Yani bu yüzyılın başında pirlik görevini üstlenen bir kişi özel yeteneklere sahip olmadan, bu işi sırf atalarının kutsallığı ve ev içinde pratikten al- aığı geleneksel toplum esasına dayanan eğitimiyle işine hemen başlayabilirdi. 20. yy- la gelen sorunlar bu eğitimi işlevsiz kıldı. Ayrıca dört ana seyit ailesine bağlı on- arca kol ve yine bunlara bağlı yüzleri aşan rayber, pir ve mürşidlerin5 hepsinin ken-
ı meşrulukları için kutsal soylarına dayanmaları, bu olgunun da yalnız başına et- küi olmamasını getirdi.
Seyit ailelerinin bu sorunların üstesinden gelebilmek için özel çaba sarf ettiklerine dair hiçbir veri yoktur. Belirtilen aşırı fazlalık ve değişik ruhani aileler ve katman- ları arasında sessiz çekişmeler bu eksikliğin nedenleri olabilir. Artan nüfus ve Kürt- Alevilerin yayıldıkları alan kadar, seyitler de sayılarını ve alanlarını genişlettiler Zaman içerisinde kendilerinin de kontrol edemedikleri karmaşık bir organizasyon yaratıldı. Teorik düzeyde değişik ruhani katmanlar ve seyit aileleri arasında bir hi- yerarşi yaratılmıştı. Her yem üyenin, talibin, en alt düzeyde rayberi, onun üstünde bir pir ve ondan daha üstte bir mürşidi vardı. Genel anlamda pirin merkezi bir ko- numu vardı. Bağlı olduğu aileye göre rayber ve mürşid belirlenirdi. Pır Derviş Ce- mallı ise talipleri olan Şeyh Hasanlıların rayberlerı kendi içlerinden gelmekteydi. Diğer durumlarda rayber bağlı olunan pir ailesinin üyderindendi. Mürşidin tespiti ise seyit aileleri arasındaki halkla ilişkisine göre belirlenmişti: Derviş Cemal Sarı Saltık'a, Sarı Saltık Kureyşan'a, Kureyşan Baba Mansur'a ve Baba Mansur da Ağuçan'a bağlıydı. Bu sıralamaya göre pirin bağlı olduğu pir, talip için mürşid ol- maktaydı. Bu sıralama pratikte mutlak bir hiyerarşi olarak işlemiyordu. Bir talip için bağlı olduğu pir, onun inanç içerisinde merkezini oluşturuyordu. Mürşidler ise genel saygının ötesinde sıradan inanların dünyasında sıkça karşılaşılan insanlar de- ğillerdi.
Seyit aileleri arasındaki bu ayrılıkların daha ilk günden itibaren bir rekabet sonu- cu ortaya çıktığı, sözlü aktarımlara dayanarak söylenebilir. Hacı Kureyş ile Baba Mansur ve Derviş Cemal ile Sarı Saltık arasında keramet gösterme yarışı sürtüşme- lerin ilk örneklerinden olmakta 6. Bu yarış yalnızca farklı seyit aileleri arasında yaş- anmakla sınırlı değildi. Ruhani katmanlar arasında da kendisini göstermekteydi. Bu gruplar arasında yetki sımlarının mutlak oluşu buna neden olmuştu. Geçerli olan "Hak birdir" öğretisi pratikte rayber, pir ve mürşid arası yetki ve meşgul olmaları gereken konuların açıklanmasını bir talip için net kılmıyordu. Bundan dolayı bir sorun yaşandığında talipler her üçünden birisine başvurabilirlerdi. Örneğin, soruna rayber müdahele etmiş ya da ona başvurulmuşsa, onun verdiği karar mutlak sayılır, itiraz etme hakkı veya bunu pire götürme olanağı yoktu. Genel anlamda zaten aşiret üyelerinin ruhani grubun işlerine müdahelesi söz konusu olamazdı. Onları yet- kilerini kötüye kullandıkları için şikâyet etme, ya da sorunlar karşısında yetersiz kaldıklarından dolayı başka bir pir isteme hakları da yoktu. Aşiretler ve ailelerin asırlar önce başlandıkları bu grubun herhangi bir üyesinin çalışma alanına da. bir başkasının müdahale hakkı yoktu7. Yanhzca pirler kendi aralarındaki somnlardan dolayı mürşidleri devreye sokabilirlerdi. Böylesi durumlarda "Ser-Cemaat" adı alt- ında bir üst toplantı yapılır ve karar alınırdı.
Ruhani gruplar kendilerinden beklenen aracı rollerini gerçekleştirmek istiyorlarsa onların ilke düzeyinde tarafsız olmaları ve sorunlar karşısında böyle kalmaları ge- rekiyordu. Bunun için de bu grubun hem sosyal hem de iktisadi düzeyde bağımsız- laşmasının sağlanmış olması gerekiyordu. Sosyal kategorileşme düzeyinde genel
anlamda bir seyitler ve aşiretler farklılığı konulsa da, iki açıdan bu farklılık sürekli k runamamıştı. Birincisi seyitlerin kendi soylarmdaki ayrıcalılığınm sürekliliği için u- eviihk" kuralına sıkı bir şekilde uymaları gerekiyordu. Ama en azından konu- muz olan dönem içerisinde bu kural görevdi ve iki sosyal grup arasında evlilikler aracılıeıyla geçişler oldu8. Farklılığın korunamamasmda ikinci neden ise daha çok Batı Dersim'e ait bir sorundu. Buradaki rayberler bizzat Şeyh Hasan aşiretleri için- den geldiklerinden, burada genel aşiret ve seyitler arası farklılıklar biraz daha kar- maşık bir hal almıştı. Bir yanları ile silahlı aşiretlere, diğer yanıyla kutsal ailelere dayanan bu kişiler Batı Dersim'de pir-rayber ilişkisini ikincisinin lehine çevirmeyi
ağaracaklardı. Bunlardan en ilginci 1937 olaylarının baş kahramanı Seyit Rıza ola- caktı.
Sosyal düzeyde seyitlerin bağımsızlıklarını koruyamayıp, taraftarlarıyla çıkar ■ilişkilerine girme sürecine paralel, ekonomik açıdan onları aşiretlere bağlayacak daha etkin gelişmeler yaşanacaktı. Seyitlerde de tıpkı nüfusun geneline hâkim olan küçük üreticilik egemendi. Bunun yanı sıra sundukları birçok dinsel hizmet için kendilerine bağlı olan taliplerinden değişen ölçülerde çıralık almaktaydılar. Bu çı- ralık taliplerin gönüllü katkılarına dayanmaktaysa da, kimi zamanlar seyitler tara- lından önceden miktarı belirlenmiş mecburiyete de dönüşebiliyordu. Bu, belki üretimin yeterli olduğu yıllarda sorun olmuyordu, -Tam aksine pire verilen çıralık prestij meselesi olarak da kullanılabilirdi.- fakat ekonomik yaşamın her geçen yıl daha derin bir krize girdiği 20. yy.'m otuzlarına kadar bu durum seyitlerin statülerini olumsuz yönde etkiliyecekti.
1920 sonrası Cumhuriyet'in kuruluşu ile seyitlerin çalışma alanları hızla darala- caktı. 1921'de başarısız Koçgiri isyanından sonra Sivas, Erzincan ve Malatya, 1925 ■Şeyh Said isyanı sonrası ise Elazığ ve Bingöl'deki Kürt Alevileri Ankara denetimi- ne gireceklerdi. 1924'te her türden tekke ve tarikat kurumlarına karşı yürürlüğe ko-
ulan yasa ile seyitlerin bu bölgelerde rahatça dolaşıp, çıralık toplamaları tehlikeli bir girişim olmuştu. Dersim'in bir bütün olarak ablukaya alınması onun iç nüfusu- nu da tümden zor duruma sokmuştu.9 Çevre illeri ile yapılan ticaret gerilemiş ve yi- ne her yıl gelenek haline gelmiş çevre illerdeki köylerde yaptıkları talanları, ki üretimin düşük olduğu yıllarda kaçınılmazdı, yapamaz olmuşlardı. Böylelikle seyit- lerin buradaki taliplerinden aldıkları çıralıklarda da genel düşüş olmuş ve yanı sıra durumu kötü olan halkta onlara karşı tepkiler oluşmaya başlamıştı.10
Ekonomik sıkıntılar tüm Dersim'de toplumsal huzurun şiddetle bozulmasına ne- den oldu. Dış talanlar yerme artık iç talanlara başvurulmaktaydı. Çoğu kez zayıf gruplara yönelik b aşlayan bu talanlar, kısa zaman içerisinde büyük aşiretleri de =*arşı karşıya getirdi. Gerginleşen toplumsal ortamda küçük bir arazi ya da davar sorunu beklenmedik bir anda onlarca insanın kurban gidebileceği aşiret kavgaları- na dönüşebiliyordu. Hızla yeni alanların türediği ve birçoğunun yok olduğu bu dö-
ernde. toplumsal huzurun sağlanması da ancak silahlı gücünü etkili kullanabilen
aşiret reislerine düşmekteydi. Artık sorunlar seyitlerin denetimlerinde ger- çekleştirilen cemlerde değil, dünyevi liderler olan aşiret ağalarının da belirleyici ka- tılım sağladıkları cemaatda çözülmeye çalışıyorlardı, seyitlere ise bu cemaatda sa- ğlanan barışı uzun süreli kılabilmek için bağlanan musahipliği" veya kirveliği tas- dik etmek düşüyordu.
Böylesi kargaşalı, toplumsal düzenin tamamen bozulduğu bir süreçte Seyit Rıza, popüler deyimle, hem mirliğine hem de pırliğine güvenerek, Türkiye Cumhuri- yeti'nin Dersim'i "tedip ve tenkil", yani cezalandırma ve terbiye etme girişimine karşı durmaya çalıştı. 1937'de seyit bu işe başlamadan önce seksenin üzerinde aşiretin bulunduğu Dersim'de yanlızca beş aşiretin liderini biraraya getirebilmiş ve kumlan ittifak için kutsal Munzur'da yemin edilmişti. Olaylar başladığında kendi aşireti ile birlikte üç aşiret sözlerine tam anlamıyla sadık kalıp, çatışmalara katıl- mışlardı. Diğer ikisi geçen kısa zaman içerisinde verdikleri başka sözlere bağlılığı tercih etmişlerdi. Seyit Rıza'yı kendi piri desteklemeye yanaşmadı: çünkü pirler kendilerinin rayber olarak atadıkları bir mirin önderlik yaptığı savaşın savunuculu- ğunu yapamazlardı. Onu rayberi olduğu Şeyh Hasan aşiretleri de desteklemediler. Şeyh Hasan aşiretleri onun atalarından devraldığı seyitliğini değil, yakın zaman ön- ce mir olduğu aşiretiyle yaptıkları çatışmaları hatırladılar. Seyit Rıza'nm ne kutsal saydığı ziyaretler, ne Munzur Baba, ne hızır ve ne de güneş yardımına koştu; onla- rın Dersimlilere bir bütün olarak küstükleri söylendi. O, tüm iyi niyetiyle, yanlış zamanlarda "hem pir hem de mir" olmaya çalışmıştı. Bunu anladığı zaman, tem- silcisi olduğu dedelerin sonunun başlangıcı olacak adamı attı: Tek başına gidip Tür- kiye Cumhuriyeti'ne teslim oldu.12
Cumhuriyet ve Seyitler
Kürt Aleviler ile Cumhurıyet'i kuranlar arasındaki ilişkiler başından itibaren sorun- lu geçti. Alevi Kürtler o yıllarda Koçgiri'de başlattıkları ilk planlı ve örgütlü is- yanlarıyla, Kemalistlerin Kürt milli haklarını tanımaları, aksi takdirde bunu ger- çekleştirmek için silaha sarılacakları uyarısında bulunmuş ve bunu da bizzat yap- mışlardır. 1921 'de bu isyan yenilgiye uğradığında Batı Kürt Alevilerinin merkezleri Dersim'den kopuşlarına sebep oldu. Ayrıca Koçgirı Ankara'nın bundan sonra Kürt- lere ve kültürlerine karşı yürüteceği politikanın da ilk denemesi oldu. 1923 sonrası bu, uluslaşma ve modernleşme adı altına, Kürtlerin bir bütün olarak inkarı ve asimi- lasyonuna yöneldi. Kürtler buna birçok bölgede kimi zaman yalnız geleneksel de- ğerlerini korumak için, kimi zaman da bunun yanı sıra ulusal istemlerle yeniden direnmeler ve isyanlar örgütlediler. Başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimler Kürtler için askeri yenilginin ötesinde, toplumsal örgütlenmelerinin hızla çözülüşüne neden oldu. Seyitler de bağlı oldukları Kürt-Alevi toplumunun en önemli organizasyonu- nun temsilcileri olarak bu politikanın baş hedeflerinden oldular. 1937'ye kadar Der- sim hakkında devlet tarafından hazırlatılan tüm raporlarda onların toplum içerisin-
deki etkili konumları ve bunun ortadan kaldırılması için alınması gereken tebdiıier hakkında fikirler belirtildi. 1903 yılında Dersim Mutasarrıfı Arif Bey bu konu hak- kında şunları bildirdi: "Dersim nüfusunun çoğunluğunu oluşturan ve fenalıkların başlıca sebebi olan pirler: nikâh kıyma, ölü yıkama ve defnetme gibi işleri yapan ve sazla-sözle dini konularda halkın manevi duygularına hâkim olan dede ve seyitler- le dünya işlerine egemen olan, ruhu eşkıyalıkla dolu, ikiyüzlü ve fesat ağaların esiridir." Arif Bey çözümü "seyit, dede ve ağa unvanı altındaki eşkiya fesat kışkır- tıcılarım yakalayarak bir daha Dersim'e ayak basmamak üzere İşkodra, Trablusgarp ve Fizan gibi uzak yerlere sürmekte gömlekteydi."13 Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey 1926 raporunda seyitler ve ağaları Kürtçülük ve şakilik fikrinin kaynağı olarak ni- telendirmekteydi. Ona göre bütün halk bunların "esir ve oyuncağı" idi.14 1930 yı- lında bölgede incelemelerde bulunan Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, onları daha tehlikeli bir çerçevede değerlendirecekti: "Erzincan merkez ilçesinde 10.000 Kürt vardır. Bunlar Alevilikten faydalanarak mevcut Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalışmaktadırlar. Birkaç sene sonra Kürtlüğün bütün Erzin- can'ı kapsayacağından endişe edilebilir."15
Seyitler hakkında bu görüşü tamamlayan ek bilgilerde dönemin kimi yazarları ta- rafından verilmiştir. Erzincan Valisi Ali Kemali onların pek bilinmeyen yanlarını aktarır: "Seyit ve dedeler, zeki olmakla birlikte genellikle cahil ve mudildirler. Saç ve sakalları birbirine karışmış, hemen hepsi kir içindedirler, inançları nedeniyle as- la yıkanmadıkları, vücutlarını temizlemedikleri için o kadar kötü bir koku yayarlar ki, yanlarına yaklaşmak işkencedir."16 Naşit Uluğ 1939'da yayınladığı "Dersim" adlı kitabında seyitleri Dersim'in baş belası olarak nitelendirir. Ona göre seyit "cahil, tembel, haris bir sürü, bu dinin kamlarıdır. Kulaktan dolma bir takım Pirler ezberlemiş, sihirbazlık, hekimlik ve çalgıcılık gibi sanatları nefsinde cem etmiş kimselerden mürekkeptir."17 Ö. Kemal Arar ise seyitleri dindar halkın dini hislerini istismar eden sınıf olarak görür ve onların ağalarla şahsi menfaatlarım korumak için ittifak halinde olduklarını yazar. Arar seyitleri "Türk olan Alevi Dersim'in Türk Sunnileıie birleşmemesinin" sebeplerinden birisi olarak niteler.18
Seyitler yukardaki alıntıların da gösterdiği gibi Ankara tarafından aşiret reisi ve ağaların yanında sorunların baş nedeni olarak algılandılar. Kureyşan seyitlerinin bir bölümü dışında seyit ailelerinin tümü 1937 olaylarının hiçbir şekilde karışmamala- rına rağmen, 1938 yılında ordunun bölgenin bir daha eskisine dönmemesi için yap- tığı "temizlik" hareketinin kurbanı olmaktan da kendilerini kurtaramadılar. Bunla- rın en bariz örneğini resmi kaynaklarda "itaatkâr" ve "aslıları Türk" olarak geçen Hozat merkeze bağlı Sarı Saltık köyü yaşadı. 1938 yılında ordu birlikleri köye geldiklerinde, Türkçe konuşmasını bilen bu pir ailelerinden kaçmayı tercih etmeyen ^3 kişi kurşuna dizilmişti. Geri kalanlar haftalarca ormanlarda saklandıktan sonra, ancak af sonrası geri dönebilmiş ve içlerinden ileri gelenleri seçilerek sürgüne gön- derilmşlerdi.19
1938 tüm Dersim için bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar dış dünya ile ken- di düzenini olumsuz etkileyebilecek gelişmelere karşı kendisini koruyabilmiş bu bölge 193 8'deki yenilgisiyle, 1923'te kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin gecikmeli de olsa bir parçası olmuştu.20 Böylelikle o döneme kadar Dersim dağında tüm Kürt bölgelerinde etkisini gösteren "Kürt yasaklan" bundan sonra Dersim'de de hızla kendisini gösterecekti. Seyitler de 1938 öncesi kapalı topluma ait bir örgütlenme olarak bu gelişmelerin tümünden olumsuz yönde etkileneceklerdi.
Seyitlerin toplum içi huzur sağlama rolleri, dağıtılan aşiret örgütlenmesiyle, artık işlevsiz kılınmıştı. Yine onların temel örgütlenmesi olan cem ve cemaat gibi olgu- lar yeni idarenin girişimiyle olanaksızlaşmış ve bunun ötesinde bu türden faaliyet- lere girmek aşırı riskli olmuştu. Sorunların çözümü için başvurulacak makamlar ar- tık, ordu yetkilileri ve mahkemeler olacaktı. 1938 sonrası seyitler toplum içindeki merkez konumlarını onlara kaybettirecek iki önemli gelişme daha yaşayacaklardı.21
Birincisi hızlı bir şekilde yaşanan şehirleşme (göç) olacaktı. Bir bölüm Dersimli 1938 sonrası gönderildikleri on yıllık sürgün döneminde Türk şehirleri, dolayısıyla burada hâkim olan kültürle tanışmak zorunda kalmıştı. Bunlardan önemli bir kesimi 1947 affı ile topraklarına geri dönüp, her şeye rağmen yaşamlarını yeniden Der- sim'de sürdürmeye çalışmışlardı. Ancak hızla artan nüfus ve paralelinde azalan üretim, onları bu sefer 60'ların başından itibaren iş aramak için büyük sayılarla Tür- kiye'nin endüstri merkezleri ve Batı Avrupa'ya taşıyacaktı. Seyit ailelerin de katıl- dığı bu kapsamlı göç, beraberinde grup içi ilişkilerin zayıflaması ve pirin taliplerini ziyaret etmesini büyük ölçüde pratik düzeyde olanaksız kalacaktı. Ayrıca bu olgu genel anlamda geleneksel inançların zayıflamasına neden olacaktı. Doğal ziyaret- lerin ve kutsal mekânların önemli işlevi olduğu bu dinde, göç ile birlikte onlarla olan güçlü ilişkilerde terkedilmeye başlanacaktı. Ziyaretlere gösterilmesi gereken düzenli bağlılık artık çalışılan endüstri kolundaki yıllık izinlerin tesadüfüne bırakı- lacaktı.22 Değişime neden olan ikinci olgu ise, nüfus içinde orantısı hızla artan eği- timli insanların etkisi oldu. Türk eğitim sistemiyle ilk defa sürgün bölgelerinde ve bölgede kurulan yatılı okullar aracılığıyla ile tanışmıştı. Göç ile birlikte daha yay- gınlaşan eğitim, kültürel düzeyde bölgenin kendi özelliklerini kaybedip, kısa bir za- man öncesine kadar yabancı olan Türk kültürünün etkisine girmeye neden oldu. Bu gelişme kendisini en çok dil ve entelektüel düzeyde gösterdi. Konuşulan Kürtçe (Kırmancki ve Kurmanci) yerine Türkçe sohbetler önem kazandı. Ayrıca geleneksel aktarım yerine, kitaplardan alman bilgi daha geçerli olmaya başladı. Seyitler ise hem aldıkları geleneksel eğitimleri, hem de artık rağbet görmeyen Kürtçe anlatım- ları ile sahip oldukları toplum içinde ruhani değerlerini de yitirmeye başladılar. Son olarak da bin dokuz yüz yetmişlerde toplumun yeni öncüleri olarak ortaya çıkan genç solcular için bu eski kuşak liderler, alay konusu olmaktan kendilerini kurtara- madılar. Genç solcu önderler için pirler yok olmaya mecbur feodal düzenin tem- silcileri ötesinde bir şey ifade etmiyorlardı.
Sonuç
ICürt Alevilerinde güçlü bir örgütlenme modeli olarak bu yüzyılın başlarına kadar tanıdığımız seyitlik kurumu son yetmiş yıllık tarihinde hızla güç kaybetti. Bu tesbıt, kurumun 1900'lerden sonra ortaya çıkan kendi iç yetmezlikleri ve 1938 sonrası ba- tılı olduğu toplumun mecbur kaldığı değişimler düzeyinde burada açıklanmaya ça- lışıldı. Kapalı ve homojen bir toplum içerisinde ortaya çıkan bu kurumun, kendisi- ne yaşam olanağı sunan bu iki özelliğini çeşitli nedenlerden dolayı kaybetmesiyle, artık bir daha kendisini yeniden örgütleyebılmesi de oldukça zor görünmektedir. Son on yılda Aleviliğin şimdiye kadar alışılmamış bir serbestlik içinde yeniden ara- yışlara girmesi de, Kürt Aleviliği'nin Dersim'deki otantik tarzıyla hayat bulmasına pek olanak tanımamaktadır. Yüksek düzeyde şehirleşmiş ve eğitimli bu grubun ü- yeleri için, sözlü aktarım ve doğal motiflerle karakterize edilen eski yapıyı, yeni arayışlarında çekici görme ihtimali yüksek değildir. Artık, bu grubun büyük bir bölümünün maddi yönden orta sınıf tabakasına doğru kayması ve kültürel düzeyde Türkçeye bağımlılıkları, onları uzun dönem sorunlu ilişkiler yaşadıkları devletle bir konsensüs bulma arayışına zorlamaktadır. Halen son şeklini almamış bu süreç içerisinde, köklü şehirli özellikleri, merkezi otorite ile genelde iyi ilişkileri olan ve teolojık düzeyde bölge Aleviliğine yakınlığı bilinen, yazılı ve formel özellikler taşıyan Bektaşilik, bir ara kapı olarak güç kazanmaktadır.
Gelişen bu tarz, Bektaşi Aleviliği'yle kaynaşmaya tepki olarak, sayıları kabarık olmayan bu grubun farklı biçimde eski geleneklerine bağlı kalmak isteyen üy- eleriyle de karşılaşmak mümkündür. Daha çok politik radikalizmin ve etnik farklı- lığın damgasını taşıyan bu farklı arayışların her boyutuyla "kendisine ait" olarak al- gılanan şeyleri yeniden canlandırabilirle istemlerinde ne kadar başarılı olacakları da savundukları radikal ve ulusalcı politikaların başarılarına doğrudan bağlı görün- mektedir. Ne olursa olsun, eski inançları olduğu gibi yeniden yaşatabilme olanağı hemen hemen yok gibidir: Örneğin, kaç kişinin yeniden her sabah güneşe karşı Kür- tçe dualar yapacağı, kaç kişinin ziyaretlerde sorunlarına çare arayacağı, kaç kişinin Pir'inin huzurunda kendisini sorguluyacağı sorularına cevap vermek pek kolay ol- mamaktadır. Tüm bunlar, seyitlik kurumunun yalnızca bu yüzyılki serüvenlerine dayanarak da olsa, "Kürt Aleviliği'nin" günümüzde ne kadar "Kürt" veya "Dersimli ozellliğini taşıması sorusunu gündeme getirmektedir. Seyitlik organizasyonunun yetmişli yıllarda ev içinde çözülüşü ile bu dinsel oluşumun genel çözülüşü arasın- daki ilişkiler, son yıllarda sancılı bir kimlik arayışına giren bu inancın taraftarları arasında tüm boyutlarıyla tartışılmayı beklemektedir.
DİPNOTLARI:
■ Örnekler için bkz. Grenard. M.F.. "Une secte religieuse d Asie Mineme: Les Kyzyl-Bachs". Journal A"iatiçue 3, 1904, s.513.; Trovvbrıdge, S.R., The Alevis, or Deifıers of Ali, Harvard Tlıeological Review )9> s.345.: Hasluck. F.Ğ., Christianity and İslam under the Sııltans vol 1, 1929, Oiford, s.147.; Dersim
merkezli bu seyit kurumunu işleyen, yakın zaman önce yazılmış güçlü bir çalışma için bkz. Bumke. pj Dersim'deki Kızılbaş Kürtler: Marjinalite ve Rafızilik , Kürtler Üzerine Yazılar, Öz-Ge yay., 1991. An- kara, s. 168-9.
2- İnanç içerisinde bu türden otantik, ya da "öz" geleneklere dayalı motifler, yabancı gezginlerin de dik- katlerini çekmişti. Onların birçoğu doğal elementlerin kendisini sıkça gösterdiği Dersim Alevi ligi'nde bu türden motifleri "peganist" maçlarla bağdaştırdılar. Ayrıca Dersi m'de görülen kimi inaçların Hı- ristiyan Ermenilerle ortak olduğuna da dikkati çektiler. Bkz.: Taylor, J.G., "Journal of a tour in Armenia , Kürdistan and Upper-Mesopotamia, with notes of researches in the Dersim Dagh in 1866" , Journal of the Royal Geographical Society 38-A, 1868. s.318-321.; Molyneui-Seel, L. . "A Joumay in Dersim". The Geographical Joumal 44, 1914, s.66-7.; Chater, M., "The Kızılbash Clans of Kürdistan", National Geo- graphic Magazine 54, 1928, s.497-8 .; Dersim kökenli araştırmacılarda da inanç içerisindeki otantik ola- rak nitelendirilen öğelere önemli vurgulamalar yapılmıştır. Bkz. Düzgün, M., "Dersim de Taye Dığayi" Düzgün, M.-Coınerd, M.- Tomeccngi, H.. Dersim de Dığayi, Çese Pi-Kalikan, Erf u Mecazi, Çibenoki, İeletnayeni, Ankara, 1992, s.10. Cem bu özelliklerden çıkarak şu tespiti yapar:"...eski dinlere ait ku- ralların oldukça canlı biçimde korunup uygulanması, ister istemez Aleviliğin İslam'ın bir mezhebi ol- madığı, onun, islamiyetten de esinlenen ayrı bir inanç sistemi olduğu görüşüne güç kazandırıyor", Cem M., Alevilik sorunu ve Dersim ayaklanması üzerine, 1995, Stockholm, s.10-1.; Comerd bu konuda daha ileriye giderek, Dersim'de kutsal sayılan tüm doğal yerler, kişiler ve evliyaların birer tanrı olduğunu id- dia eder: "Bilindiği gibi Alevilik tek tanrılı, Dersim inanci ise çok tanrılıdır. Ama, yine de Dersimliler Aleviliği Dersim inancına ustaca uygulamışlar." Comerd, M., "Dersim İnancında Ev ve Aile Tanrısı", Gare 9, s.71.; Dersimi, Arap istilasının sonucu olarak gördüğü Aleviliğin etkisinin asgari olduğu düşün- cesindedir: "Alevilik tarikatı şeklinde tecelli eden bu istihale, yalınız sathı bir dış yapı durumunda kal- mış ve atalarının ruhi haletlerine bağlı kalan halis Kürt tabakaları iç yapı bakımından asırlar evvelki kül- türlerini kutsal bir yadigâr gibi muhafaza edebilmişlerdir." Dersimi M.N., Kürdistan Tarihinde Dersim, 1988, Köln, s.22.
3- Cemin bölgede uygulanışının geniş bir izahı için bak. Cem, M., 13-16. Cem, Alevilerde yaygın olan semahın Dersim içinde "sıkça başvurulan bir ibadet türü" olmadığını da belirtir. Bak. s. 15.
4- Pirlere karşı beslenen mutlak bağlılığın bunda önemli etkisi vardı. Bu, geçen yüzyıl bölgede bulunan Blau'nda dikkatini çekmişti: "Sayıları fazla olmayan seyitlerin aşiretler arasında saygın bir yerleri var- dır. Sık sık taraftarlarının topraklarında geziler yapar ve özel günlerde onlardan bolca hediyeler alırlar. İnsanlar onların ellerini öpebilmek için koşuştururlar: Kalabalıklarda ise onların elbiselerinin parçasına dokunabilmek bile mutluluk verir. Seyitler bilgisizdir, nadiren Türkçe okuma ve yazmasını bilirler." Blau, O., "Nachrichten über die kurdische Stimme-III: Mitteilungen über die Dusik Kürden", Zeitschrifi der deutschen morgenlândischen Gesellschaft vol. 16, 1862, s.41. Bumke'de aktardığı bir olayda 19. yy.'da seyitlerin ağalar üstündeki etkin gücüne örnektir. Bumke, s. 172.
5- Düzgün Dersim'de pir ve rayber sayısının 1000 olduğunu verir. Bak. Düzgün, s.28.
6- Bak. Çem, s. 107-8. Bu ayrılıklar kendilerini ziyaretler düzeyinde de gösterir. Tüm Dersimlilerin git- tiği tek bir ziyaret yoktur. Genelde aşiretler için bölgesel veya bağlı oldukları seyit ailesinin atalarının merkezleri (Munzur Baba, Düzgün Baba ve Baba Man sur Duvarı gibi) onlar için baş ziyaret olmaktadır.
7- Görev dağılımındaki belirsizlik, kendisini bu gruplar arasında yaygınca kullanılan söylevlerde de gösterir. Rayber için onun üstlendiği görev esastır: "Rayber hazırlar, pir ise hazıra konar". Pir kendi gücünü mürşidle kıyaslar: "Bir pirin avucuna düşmüş talibi, kırk mürşid de gelse kurtaramaz." Bu kar- maşık eşitlikçi anlayışda müridler de pasif duramazlar: "İnsan hem pir, hem de taliptir. Aynı zamanda pır ve rayber sahibidir: yani, o da talipliği ile başkasının elini öpüyor. Kısaca ikrarlık elden ele Tanrı'ya ulaşıyor." (Son alıntı için bak. Düzgün, s.24)
8- Bu kuralın sıkı uygulanmaması kalabalık nüfusları ve birçok koluyla dikkati çeken Kureyşanlarda çok daha eskilere dayanıyor. Kendi anlatımlarına göre, Hacı Kureyş'in oğlu Derviş Mahmud Kureyşan nes- linin tükenmemesi için ilk defa aşiretlerle evliliklerin yapılmasını olanaklı kılmıştı. Çem, s. 106
9- Genel Müfettiş İbrahim Tali 1930 raporunda bunun bilinçle yürütülen bir devlet politikası olduğunU doğruluyor: "Bütün Dersim'in dışla ilişkisini keserek bu yüzden saldırı ve ticaretlerine engel olmak, aÇ kalacak halkı zamanla kendiliğinden ilticaya zorunlu kılmak ve bu suretle Dersi m'i fenalardan uzak-
tırnıak". Bak. Kalman, M., Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, 1995, istanbul, s.138. m- Bu çelişmelerin seyitleri ekonomik açıdan ağalara bağladığını dönemin tanığı Dersimi aktarır: " tetkik atıma nazaran seyitler Dersim silahlı aşiretlerinden korktukları için bu silahlı aşiretin keyfine utabık ifadeler beyan etmekle beraber vaaz ve nasihatta bulunmakla iktifa ederler. Ve hem de herhangi 'lahlı bir aşiret efradının ve hatta zalim gaddar bir aşiret reisinin vereceği 'çıralık' denilen bir hediyeyi de almaktan geri kalmazlar. Bu nedenle, seyitler de ikiyüzlü olarak kendi menfaatlerine uygun bir siya- setle menfaatlerini temin siyasetini takip ederler". Dersimi. M.N.. Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatıratım, 1992, Ankara, s.125-6.
il- Toplumsal çözülüşün dinsel kavramlar üzerindeki olumsuz etkisini en iyi şekilde yansıtan olgulardan birisi musahiplik ilişkisinin bu dönemde kullanılışıdır. İki farklı ailenin erkek çocukları arasında ger- çekleştiren, sosyalleşmenin merasimle gelen bu "birlik" kurma şekli, aynı zamanda "ahiret kardeşliği" olarak da dinsel sınav açısından önemli yere sahipti. Sıkı kıstasları olan bu kuralın bu kaos yıllarında kavgalar öncesi, aşiretlerin kendi aralarında ittifak yaratmak için kullandıkları bir ilişki haline dönmüştü. Hızla bozulan ve yeni kumlan ittifaklarla, musahiplikte kaygan bir zemine itilmişti. Herkes tarafından sıkça kullanılan bu yöntem böylelikle kısa sürede etkisini kaybedecekti. (Alevileri Bektaşi oluşumundan ayıran bu oluşum için bak. Mclikoff, I., Uyur idik uyardılar:Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları, 2b, 1994, İstanbul, s.48-90)
12- Dönemin görgü tanıklarından F. Doğan bu konuyla ilgili şunları aktarır: "Seyit Rıza kendiliğinden gidip teslim oldu. Esasında teslim olması için aşiretinden çok baskı gördü. "Ya aşiretin hayatı ya kendi hayatı" söz konusuydu. Seyit Rıza teslim olmasaydı, aşireti bir gün arkadan vurup kellesini götürebilir- di. Bu yüzden Seyit Rıza bile bile "ölüme teslim" oldu. Benzer şeyler başka aşiretlerde de yaşandı. Ör- neğin Yıısuflıan aşireti iki liderini, Demenanlar da adını verdiğim yiğit İbis'i vurup teslim ettiler". Bulut, F., Belgelerle Dersim Raporları, 2b, 1992, İstanbul, s. 199
Dersimi'ye göre ise Seyit Rıza Erzincan'a daha fazla kan dökülmemesi için görüşmeler yapmak umu- duyla gitmişti. Dersimi, Kürdistan..., s.288. Çem'de bu yaklaşıma katılır. Bak. Çem, s.180. Ayrıca bu konu hakkında daha fazla bilgi için bak. Kalman, s.312-16. 13-Kalman, s.Sl 14-Kalman, s. 125-6. 15-Kalman, s. 141-2.
16- Kemali, A., Erzincan, 2b, 153.
17- Ulug, N. H., Tunceli Medeniyete Açılıyor, 1939, İstanbul, s.72-3. 18-Ağar, Ö.K., Tunceli-Dersim Coğrafyası, 1940, İstanbul, s.4-30.
19- Tüm seyit ailelerinden sürgüne gönderilenler oldu. Bunlar içerisinde en kalabalık aile sayısı 19 ile Kureyşanlardı. Bak. Jandarma Umum Kumandanlığı yay., Dersim, ek s.9-11.
20- Burada bir ayrıntıyı yapmak gerekiyor. Dağlık olmayan ve ordu teşkilatının olduğu yerlerde devlet denetimi 1938 öncesi de vardı. Örneğin Özkan Muhundu bölgesinde 1924 dini yasaklarından sonra tek- kelerin ziyaretinin, jandarma korkusundan dolayı güçleştiğini aktarıyor. Özkan, H., Völker und Kul türen m Ostanatolien: Beitrâge zur Geschichte und Ethnographic des Dorfes Muhundu in Ostanatolien; Re- gierungsbezirk Tunceli (ehemalige Dersim), 1992, YVuppertal, s. 165.
21- 1938 sonrası değişimler için ayrıca bak. Düzgün, M., "Torey Adete Dersim", Berhem 2, s.25.; Bum- te, P.J., "The Kurdisch Alevis: Boudaries and Perceptions'. in Andrevvs, P. A., Ethnic groups in the Re- public of Turkey, 1989, Wiesbaden, s.515.
22- Ferber ve Graslin "Almancı" Dersimlilerin Düzgün Baba'ya ziyaretlerine tanık olmuşlardı. Onların, geleneklerin aksine, nasıl Mercedesleri ile ziyaret yerine gelip, hayır için kurban yerine para dağıttıkla- rını görmüşlerdi. Ferber, O.Graslin, D., Die herrenlosen: Leben in einem kurdisehen Dorf, Bremen,
y*8, s.155. (Çıktığı topraklara bu kadar bağımlı olan bu inancın kendisini Avrupa'da yaşatamamasına yalnızca coğrafık nedenler sebep olmamakta. Dini geleneklerine bağlı olan bir Dersimliye bir defasında tyaret sorununu çözebilmek için, ziyerctlerden bir parça taşın getirilip, buradaki dini demeklerde sem- dik olarak konulabileceğini önermiştim. O, pek fazla düşünme ihtiyacı duymadan, böyle bir şey yapıl- gmda kendisinin "gülünç duruma" düşeceğini söylemişti. Bu yaklaşım bu grubun taraftarlarının düşün- oagıiTilılığın boyutunu yansıtmasından dolayı ilgiye değerdir
|
|