Dersim Bayragi..
Sey Riza

Dersim jenosidini
Anma Gunu
Her Yil

12 Temmuz

baner

ASİMİLASYON POLİTİKASI
MİSYONER SIDIKA AVAR

Kaynak:Belge ve taniklariyle Dersim Direnisleri
Sayfa:442-51
M.Kalman

T.C. Dersim direnişi sırasında Kürdistan'ın birçok yerinde terörünü hızlandırmışti;Birçok bölgede katliamlar yapmıştı.Bu arada önee-ki yıllarda denetimi altındaki bölgelerde Türkleştirmeye hız vermişti.Yaygın bir şekilde okullar açarak kendi kültürünü yerleştirmeye çalışır. Her öğretmen bir yerde misyonerdi.O yılların tipik ruh halini yansıtması ve uygulamada en iyi Türk misyoneri görevini yerine getiren bir kadın misyonerin yaptıkları bizlere çok şeyleri açıklıyor.
Kürdistan'da o yıllarda en etkin asimilasyoncu Sıdıka Avar'dı. Dçr-simli genç kızların Türkleştirilmesinde çok önemli rol oynamıştır.
Sıdıka Avar bir öğretmen, fakat aynı zamanda Avrupa ve Amerika sömürgecilerinde görüldüğü gibi O'da Türklerin misyoneriydi. Okulunu bitirdikten sonra Bolu'ya atanır. Daha sonra Elazığ Kız Meslek Okulu'na tayin edilir.
Sıdıka Avar, diğer öğretmenler gibi değildir. Deyim yerindeyse her işe burnunu sokar, müdür, öğretmen ve hademelerden tepki alırsa da öğrencilerden sevgi görür.
Sıdıka Avar, Elazığ'a geliş nedenini kendisi şöyle açıklıyor:
"Ama buraya rıiçin geldiğimi ben biliyordum. Genel Müdür Nurettin Böyman;
- Şimdi Türk misyoneri olarak yatılıları özümseyeceksin, Atatürk'ün isteği bu.. Bunu herhangi bir kimseye hissettirmek halkı gücendirir. Ona göre tedbirli olun, demişti. Zaten Gazi Egitim'de bu iş için ökumamış-mıydım?"(S.Avar, Dağ Çiçeklerim S.45 Öğretmen Yayınları Istanbül-1986)                                             "Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçe'nin bu köylere 'ana' ile sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü öğretimdi. Tarihte örneği vardı. Rumeli vilayetlerinden ilk kız sultanisinin açıldığı bir ilden pek çok siyaset adamı yetişmişti. Buraya da Türkçeyi ana ilç sokmalıyız" diyorlardı.
Türkiye Kürdistanı'nın eski süper valisi H.Kozakçıoğlu'da Hürriyet ve Milliyet Gazetelerinde çıkan 17 Haziran 1990 tarihli demecinde özetle "her şeyin anneye bağlı olduğunu, annelerin Türklüğe kazandırılmalan sonucu çocukların da değişeceğini" yani Kürtçeyi ve Kürtlüğü unutacaklarını söyler.Türk Devleti'nin 'ana'ya verdiği önem bu anlamıyla anlaşılır. Sömürgeciler hala aynı politikaya, geçirliliğini koruduğu için başvurmaktadırlar.
Sıdıka Avar, cesaretli, maceracı, ne yaptığını bilen bir kişidir. Genel olarak siyasi tartışmaların dışında kalıp devlet politikasını "memur aşkıyla", "vatan, millet, sakarya" adına yapmaya çalışır.
Henüz Elazığ'da müdüre olmadığı dönemde öğrencilerine kendisini sevdirmek için çabalar harcar.
Ayaklanma döneminin çocukları sevgiye, ilgiye muhtaçtır. Bunu iyi bildiğinden onların "ana"sı olmak ister. Başarırda. Ama hain bir "ana"dır. Amacı çocukları Türklüğe kazandırmaktır. Kötü bir görev. Arap veya Farslar Türkleri aynı şekilde eritmeye çalışsalardı acaba ne diyecekti?
Dersim katliamlarında çok önemli rol oynayan General Abdullah Alpdoğan, Enstitünün açılmasında bakanlığı zorlayan, açılınca da kurumu canı gönülden destekleyendi. General, Elazığ, Dersim, Bingöl bölgesinin sorumlusuydu. Çok geniş yetkilere sahipti, Bir tür Millet Mecli-si'nin bakanlara verdiği yetkiler kendisine tanınmıştı. Bölgede idam etme ve idamlıkları affetme yetkisi elindeydi.
4.Umum Müfettiş Alpdoğan, ayda birkaç kez enstitüye uğrayarak gelişmeleri izler. (Age. S.31-32) Öğrenciler, General Alpdoğan derslere girdiğinde asker selamıyla karşılar.
Sıdıka Avar, okuldaki bazı kötü uygulamaların kızları okuldan uzaklaştıracağını, aynı zamanda çevreyi kötü bir propoganda ile etkileyeceğinden hareketle öğrencilere karşı yapılan haksızlığa karşı çıkar. Ama gerçekte en büyük kötülük öğrencilerin kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılmalarıdır.
Sıdıka Avar, öğrencilerin hademelerin işlerine yardım ettirilmelerini istemez. Tüm öğretmenler durumdan hoşnutken yalnızca Sıdıka Avar karşı çıkar. O, sorunun bilincindedir ve bölgede neden bulunduğunu da bilmektedir. Bu açıdan farklı davranmak zorundadır. Birkaç öğretmenin tepkisini de alsa çocukların ve onların ailelerinin sempatisini kazanır.
Öğretmenlerin olur-olmaz öğrencilere ceza vermesine de karşı çıkar. Amacı bellidir.
"Düşünüyordum, bu düşmanca cezalar arasında, bu küçümseme havasında Türklüğe nasıl ısınacaklardı bu yavrucaklar? Çünkü Enstitü sınıflarına verilen cezaları da görüyorlardı. Tabii ki karşılaştıracaklardı."
Tüm korkusu çevrede olumsuz bir etki yaratmayıp çekim merkezi olmaktır.
Okula bazen zorla da öğrenci getirilir. S.Avar, bu tür uygulamanın karşısındadır. O, düğün gecesi jandarmalar tarafından okula 20 yaşlarında bir kızın dahi getirildiğini sitemkar bir tarzda yazar.
Dersim'den okula zaman zaman kızlar zorla getirildiğinde onların içler acısı durumunu şöyle anlatır:
"Ağustos sonu, Müdür hanım yıllık iznini bekliyordu. Eylül başında Müfettişlikten telefon ettiler. Kurşuna dizilenlerin, yasak bölge dağlarına kaçan çocuklarından sekizi yakalanmış, yaşları küçük olanlar Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmiş, ikisinin yaşlan büyükmüş, şimdi bize gönderiliyorlarmış. Bakımları okulca idare edilecekmiş. Anbar açılana kadar iaşeleri için Müfettişlik 10 lira gönderiyormuş. Bu kızlar 'şerefsiz asiler'in çocukları olduğu için okutulmayacaklar, okul işlerinde kullanı-lacaklarmış.
İki kız geldi.
Biri iri yarı, ismi Geyik, ne hain bakışlı... Saçları karmakarışık. 7 ay dağda, tarağı nerde bulacaklar ki. Sırtında etekleri dizlerine, kollan pa-zularına kadar parçalanmış, deseni belirsiz bir basma elbisenin sırtı çü-rüyüp parçalanmış, sağ küreğe yapışık, göğüs kısmının yırtmaçları göbeklerine kadar yırtılmış. Bellerinde birer urgan bağlı.
Küçükte aynı. Yalnız elbisenin sırtı sağlam. Yüzlerindeki deri insan derisine benziyor, diğer yerlerindeki deriler sanki kahverengileşmiş birer ağaç kabuğu. Tırnaklar kırık, ağız kenarları yara. Küçük o kadar zayıf ki, iskeletine yapışık kabuk gibi bir deri. Yüzü ihtiyarlar gibi buruşuk 14 yaşında varmıydı acaba?"
S.Avar, Dersim'den zorla getirilen kızların evlere hizmetçi olarakta yollandığını, hatta kendi müdürünün dahi bir kızı hizmetçi olarak yanına almak istediğini yazar.(Age. S.90)
S.Avar, ayrıca doğrudan köylere gidip eskiden asker toplanır gibi kız çocuklarını toplayıp Elazığ'a getirmek ister.
"Yeni Milli Eğitim Müdürü, daha muavin iken köylerden öğrenci toplamaya çıkmamı uygun bulmuyor, onlara mektup yazarak çağırmamızı istiyordu.
Okulun amaçlarına, hangi köylerden ne tip çocuklar toplanacağı konusuna bu çalışmanın köylü üstündeki etkilerine, halkla devleti bu.' yoldan kaynaştırma fikrine yabancıydı. Kuş uçmaz, kervan geçmez bu köylere nasıl girilecekti? Asıl buralara girmek lazımdı. Okulu olan köylerden toplamanın faydası varmıydı?" (Age. S.77)
"Temmuz ayı içinde Müdüre hanımla anlaşarak Paşa'ya gittim. O zaman Tunceli'ye gitmek için izin alınırdı. Kızımla Mazgirt'e gitmek için izin istedim. Programımı açıkladım.
- Paşam, kızlarımızın jandarma ile toplanması hem çocukları hem, aileleri ürkütüyor. İzin verirseniz köylere çocuk toplamaya ben gideyim. Aileler kime teslim ettiklerini, kimin okutacağını görürlerse gönülleri rahat olmaz mı? "(Age.S.70)
"Köy caddenin öbür tarafında, aşağıda inişe doru yayılmıştı. Alaca karanlıkta çantamız elimizde jandarma ile gittik, kapı kapı dolaştık.
Kimse bizi misafir etmek istemedi. Hiçbirinin ağası evde yoktu.(...) Erkeği olmayan evlere zorla girilmemesi için jandarmaya emir verilmişti. Jandarma küfür ediyor, bazı kapıları tekrar çalıyordu."(Age. S.84)
Halk bütün baskı ve zorbalıklara rağmen kapısına kadar gelindiği halde çoğunlukla yüz vermezler. Fakat yine de S.Avar her gidişinde yanında bazı kızları getirir. Olayların üstünden çok kısa bir zaman geçtiği halde çok büyük sayıda olmasa dahi öğrenci toplanılması, kendileri açısından başarılı kabul etmek gerekir.
Okulda öğrenciler özel bir programla eğitim görmekteydiler.
Derslerin çoğunluğu Türkçedir. Yanısıra Yurt Bilgisi, Matematik, Sağlık Bilgisi, Çocuk Bakımı, Ev İdaresi, Yemek-Dikiş-Nakış dersleri de gösterilir. En çok Türkçe'ye önem verilir.
Okul, her geçen gün randıman verdikçe ilgi merkezi olmaya da devam eder.
S.Avar, daha sonra Tokat'a atanır. Kısa bir müddet sonra da Elazığ'a Müdür olarak tayin edilir. Elazığ'a gitmeden önce Ankara'daki Genel Müdür'e uğrar. Genel Müdür ona;                   
"Paşa, Vali, sizin çalışmalarınızı beğeniyorlar. Afferin, Tokat'ta da iyi sonuç aldın. Göreyim, seni, esas vazifen burası. Tokat'ta denedik sizi, bura misyonerliğini görmeliyiz. Bir Türk Misyoneri. Bu konu üstünde sessiz sedasız çalışmazsak oradaki vatandaşlarımızı gücendirirsiniz. Sizin işiniz güçleşir"... "Çalışma hayatımda bu emirlerine samimiyetle bağlı kaldım ve ömrümü, gençliğimin bütün heyecanını bu ideale verdim.
S.Avar, Müdüre olarak işin başına geçtiğinde düşüncelerini daha rahat hayata geçirtir.
Kendisine destek olan birçok yetkili de vardır. Hatta İsmet İnönü dahi Cumhurbaşkanıyken okula gelir. Gelişmeleri değerlendirir. Oldukça da memnun ayrılır.                    
Kadın Misyoner S.Avar, öğrencilerin durumlarından bahsederken şöyle yazar:
"Gecelen uyku arasında konuşanlar, bağırıp çağıranlarda vardı. O seneler yaşadıkları köy hayatı ve geçirdikleri olaylar çocuklarda çok büyük etki bırakmıştı. Günlük hadiselerde kendini uykuda gösterirdi... Bazısı, konuşurdu, neler anlatmazlardı ki... Bazısı ağlar, uyandırırız, kimi inler, ateşine bakarız, kimi bağırır, bütün yatakhaneyi ayaklandırır, teskin ederiz... Annesini sayıklayanın saçlarını okşadınız mı çocuklar derhal sakinleşir, mesud bir ifade ile ana koynuna sokulur, gibi yastığına gömülürdü.
Bunların çoğu, isyanla ilgili olayların yaşandığı köylerin kızlarıydı. ^ Güzeli de, çirkini de, kabası da asisi de nihayet insan yavrusuydu. Bu yaralı küçük gönüller sevgi şefkatle tedavi edilmeli, Türklükle kaynaştı-. rılmalıydı."(Age. S.31)
Sorun Türklükle kaynaştırmaydı' bütün yardımseverlikler, fedakarlıklar onun için yapılır. Yol yapmak, okul açmak, tümüyle Türkçülüğün yayılması, işgalin kalıcı olması, yeni Türk burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yapılmaktaydı/Türk yetkililerinin 'medeniyet' dedikleri Kür-distan halkının yok edilmesi ve asimilasyona tabi tutulmasıydı. Birinci eİden kaynaklar önemli belgeler olarak gerçekleri önümüze sergilemekte.
"Kültürümüzü sadece okulla değil, sanatla, sağlıkla, ziraatla, sanaat-karlıkla ve folklorla, kısaca medeni ihtiyacın imkanları ile götürmek vazifelerimizin en büyüğüdür.
O zaman dil kaygusu, din kaygusu, ırk kaygusu ortadan kalkmış olacak, insanlar da bu zenginliklerden kurtulmakla mesud olacaklardır. Nefsine güvenli insan, verimli aile, kültürlü topluluk yurdun ve gelecek nesillerin saadetle yükselmesini temin edecektir."(Age. S.300-3Ö1)
Türk milliyetçileri kendi ulusal çıkarları uğruna başka ulusları yok etmeye çalıştıkları bilinmekte.
Kürtler, kendi haklarını savunmak istediğinde "ayrılıkçı, milliyetçi, bölücü" olarak suçlanılmakta ve bu doğrultuda teoriler inşa edilmektedir.
Türk milliyetçilerinin bu doğrultudaki suçlama ve açıklamaları anlaşılır bir durumdur. Fakat kendisine "ilerici, devrimci, sosyalist" diyen bazı gurup ve çevrelerin, partilerin benzer sözleri sarf etmeleri oldukça üzücü bir o kadar da şovencedir. Filistinlilere, Kosovalılara, Namibya vs. ülke halklarına olumlu yaklaşımda bulunan bu çevrelerine yazıkki sorun Kürdistan'a geldiğinde "bölücü, milliyetçi" suçlamalarıyla karalamaktadırlar.
Türk burjuvazisi, Kürdistan halkının çıkarlarını kendisiyle özdeşleştirdiğinden, solculuk adına yapılanların Türk burjuvazisinin yaklaşımından ne farkı var. Elbetteki sorun, baskıya ve zulme, sömürüye, işgale karşı proletaryanın önderliğinde tüm diğer kesimleri ideolojik farklılıklarına rağmen birleştirmede ve demokratik bir cumhuriyet kurulmasından geçecektir.
Elbette ki arzu edilen işçi sınıfının mücadelesini karartmayan, geliştirendir. Ama çözüm işçilerin iktidar kavgasının başarısızlığa uğraması halinde de olabilir. İşgalden kurtuluşu burjuvazi de sağlasa ilericidir. Sorunun ulusal yönünün ortadan kalkması işçi sınıfının, iktidar kavgasında yolundaki bir engelin kalkmasına hizmet etmiş olacaktır. Bu aşamada önemli olan zorun ortadan kaldırılmasıdır.
Sıdıka Avar'ın Bingöl Valisi'ne karşı tutumu asimiyasyon anlayışında çarpıcı bir örnek;                                 "Bir gün Bingöl Valisi Sayın Şahin Baş gelmişti. Yatılı son sınıfa girdi. Kızlar saygı ve sevgi bakışlarıyla ayağa kalktılar. Vali bey sordu;
- Kürt kızları bunlar mı?
Çocukların bakışlarındaki sevgi derhal değişti, gittikçe de hainleşti.
- Tunceli'nin Türk kızları efendim. Vali Bey devam ediyordu,
- Babalarınızın, dedelerinizin isyan ederek yaptığı hataları gördünüz, canlarıyla ödediler.
Ben sözünü kesmek isteğiyle,
- Aman efendim, bu çocukların babası değil, bunlar şerefli...
.- Nasıl değil? Hepsi Kürt değilmi? Sizler böyle hareket ederseniz, Sözünü kesmek için bir iki defa karıştıysam da o devam etti.
-  Hükümet çok kuvvetlidir. Hepinizi yok eder.....
- Beyefendiciğim, öteki sınıflara lütfen teşrif etmez misiniz? Çayımızda soğuyor, diye kapıyı açtım. Ondan sonra bir iki enstitü sınıfında ve müdür odasında ikramlarda bulundum, çalışmalarımızın hedefini anlatmaya uğraştım.
Yatılı üçlere gittim. Hepsi ağlıyordu. Gözyaşları arasında şu soruları soruyorlardı.,
- Neden bizi bu kadar suçlu görüyorlar?
- Neden "Kürt" diye hep hakaret ediyorlar?
- Neden Kürtleri gariplerden aşağı görüyorlar?
- Hani siz "hepimiz Türküz" diyordunuz?
Bu acısoruların sonu gelmiyordu."(Age. S .196-198)
Kızların verdiği yanıtlar S.Avar'ın çok başarılı bir devşirmeci olduğunu gösteriyor. Artık kızlar kendi toplumlarına yabancılaşmışlardır. S.Avar Bingöl valisinin yaklaşım tarzını eleştirir.
S.Avar,herkesin kendisi gibi davranmasını ister. Yoksa yeni "ana'la-rın yetişemiyeceği korkusu içindedir.
Elazığ Kız Enstitüsü'ne gönderilecek öğretmenler hakkında titizdir, dileğinirapor olarak şöyle yazar;
"Eğitim durumumuz Enstitümüzce birinci derecede ele alınması elzem olan konudur. Cazip, yumuşak, tesirli ve içten mücadeleli şekilde ele alma mecburiyetindeyiz. Örf, adet, düşünüş, görüş bakımından değişik bir gurubu özümsemek zorundayız. Bu günkü mefküreyi(gaye) aşılıyabilmek ve şahsımızda Türklüğü sevdirme savaşını yüklü olduğumuzu bilerek çalışmak ve her tepkiyi iyi niyetle kabul etmek mecburiyeti ile karşı karşıyayız. Uğraştığımız camia(topluluk), bizi iyi niyetle karşılamayan, bizi daima şüphe ile tereddütle görenlerin evlatlarına günün terbiyesini ve Türk mefkuresini aşılama gibi çetin bir vazife ile vazifeli olduğumuzu idrak etmemiz icap eder.Bu yatılı çocuklarımız sadece ders saatlerinde değil, asıl hariç zamanlarda uğraşmamız icap eden guruptur. Enstitü öğrencisi değildirler, şehir çocuğu değildirler. Her köy çocuğu gibi de değildirler. Çünkü dil dahi bilmeden gelirler. Bu kada değişik bir muhite düşen çocuğun şüpheci, aksi, yadırgan halini hoş karşılayarak garipliklerine yanlızlıklarına, dertlerine derman olmak gerekir. Arkadaşlar, bu okula kura ile değil, bu zorluklar anlatıldıktan sonra gönüllü gelecek elemanlara muhtaçtır. Bu okul, lüks, sosyete hayatı tahayyül eden (düşünen), züppeliğe meyal hocalarla değil, mahrumiyet ve feragat içinde bir inkilap yaratacak idealist arkadaşlar bekliyor. .."(Age. S.225)
. . Öğretmen yollanırken aranması gereken karekter tiplerini belirtiyor. Titiz davranılmasını istiyor. Aksi taktirde Türklüğe kazandırmak zorlaşacaktı.
Yeni ve eski öğrenciler arasındaki dialog içinde şöyle yazmakta: "Eskiler yeni kardeşlere çok güzel önderlik ediyorlardı. Bilhassa lisan öğrenmede. Türkçe sorulmayan soruları cevaplandırmıyor, sorunun Türkçesini öğretip cevaplıyorlardı.
Bana bile aynı usulü uyguluyor, Kürtçe bir kelimenin manasını sorduğumda ve tercüman lazım olduğunda "Ben Kürtçe bilmiyorum" deyip işin içinderl sıyrılıyorlardı. Hepsi de bu lisanı bildiği için utanıyor gibiydiler. "(Age. S. 100)
Kendi halkına yabancılaşan, Kürt olduğundan utanan yeni bir neslin ortaya çıkması karşısında S.Avar büyük övgüler alır.
Okula sık sık ziyaretçiler gelir. İ.înönü, daha sonraları, C.Bayar, profesörler, yazarlar, gazeteciler vs. hepside başarılı çalışmalarından dolayı S.Avar'ı göklere çıkarırlar.
Varlık yayınları arasında çıkan "Köyden Haber" adlı dergideki yazılar için eski balyozcu Başbakanlardan Nihat Erim şöyle yazar aynı derginin sayfalarında;
"Köyden Haber'i okurken bir kere daha inandığım dava ilköğretim davası oldu. Doğu'da Kız Enstitülerinin oynadığı ve oynayabileceği pek mühim rolü düşündüm. Elazığ Kız Enstitüsünün fedakar Müdüresi Sıdı-ka Avar'ı Muhtar Körükçü gibi bende hayranlıkla, derin saygı ile taktir etmiştim. Kültürün aileye kadından girdiğini ve ancak bu yoldan gidildiği taktirde millet ve birliğimizi, dil beraberliğimizi sağlarrt temellere dayandırabileceğimizi tekrar etmeye hacet(gerek) varmı? (Age. S.234-235)
Neden bu övgüler? Çünkü direnen bir halkın evlatlarının değişikliğe, Türklüğe kazanılmasından.
Vatan Gazetesinden Ahmet Emin Yalman'da Elazığ'a gelir, Enstitü'ye uğrar. Ünü yayılmış S.Avar ve yaptıkları hakkında övgüler dizer. Jön Türkçünün istediği tiplerdendir Avar. Gazetesinin Elazığ ilavesinde;
"Bayan S.Avar, Türk terbiye hayatında en yüksek idealleri gerçeğe çevirmiş, mükemmel eserler yaratmıştır.
Burada öyle usuller varki, çocuklar adeta birkaç hafta içinde Türkçe öğreniyorlar. Bakir zekaları, anlayışlı eğitim usulleri sayesinde o kadar mükemmel şekilde geliş iyorlarki her biri hususi bir şahsiyet sahibi olarak yetişiyor.
Şimdiye kadar okuldan beşyüz kadar çocuk yetişmiş ve adeta yeni fikirlerin, temizliğin Türkçe bilginin birer küçük misyoneri gibi köylere dağılmıştır. Bunların köy hayatında oynadıkları rol dikkate layıktır. Köylüler okulu gittikçe fazla seviyorlar ve çocuklarını buraya yollamakta birbirleriyle yarışıyorlar.
...Bayan Sıdıka'nın eserinin bir örnek diye memlekete tanıtılması, bu yolda yürüyenlerin çoğalması lazımdır. Bilhassa Doğu vilayetlerimizde kültür birliğine doğru gitmek bakımından Bayan Sıdıka ''bir numa-:ralı Türk Akıncısı" unvanına cidden layıktır."(Age.S.313-3l4)
Ahmet Emin Yalman, bir başka yazısında:
"...Onun açtığı yolda gidilirse, onun duyduğu manevi hazzın tadına varanlar çoğalırsa, Türkiye'nin manzarası kısa sürede değişir."
Ahmet Emin Yalman, yanılmaz. Kürdistan'da birçok şey Türkiye'nin yararına değiştirilir.
"Tuncelindeki isyandan sonra yolsuz-orman köyleri boşaltılmış, halk Batı illerimize iskan edilmiş, bölge yasak bölge olarak ilan edilmişti. Senelerce boş kalan bölge köylerinin yasağı kaldırılmış, baharda halkın tabiriyle 'baba ocağı'na dönüş başlamıştı. Kamyonlar dolusu insanın dönüşte köylerinin dağ yolunda inince toprağa kapanıp öptüklerini, yüzlerini gözlerini sürdüklerini, baharda öğrenci dağıtırken görmüştüm. Bu büyük toprak aşkına saygı duymamak elde değildi. Duvar gibi dik dağ yamaçlarına en büyük bir şevk ve çabuklukla tırmanıvermişlerdi."(Age. S.281)
Ne güzel de anlatıyor. Dersimlinin özlemini. Ama saygısı anlık. Der-şimli köylüyü topraklarından süren kimler?
'S. Avar, öğrenci toplamak için gittiği yerlerde yukarıdaki manzaralarla karşılaşır. Bir seferinde yanındaki onbaşı, kendisine;
- Hepsi çok güzel Türkçe konuşuyorlar. Eee, on seneden fazla Batı illerindeler,   
; ...... Oralar rahat değilmiydi? Niye döndünüz bu dağbaşlarına?
- Eee hanım, ana vatanı, baba toprağı, vazgeçilirmi hiç. Yıllar yılı bu dağlar gözümüzde tüttü. Rahat olmasına rahatlık çok. İşimiz iyiydi. Çok para kazanıyorduk. Hükümetten izin çıkınca duramadık gayri."(Age. S.284)
Elbetteki dönmeyen birçok kişi de vardı. Oradaki sorunları daha farklıydı.
Hikmet Feaıdun Es ve eşi de Elazığ ve Dersim bölgelerini gezerler, ardından da gazetelerinde S.Avar'a övgüler dizerler.
Sıdıka Avarla Dersim'e geçerler. Dersim'de ilk uğradıkları köyde beyaz badanalı bir binanın önünde S.Avar'm eski bir öğrencisiyle karşılaşırlar. Kız, beyaz badanalı binanın yani okulun öğretmenidir. Genç öğretmen;
"-Bilmezsiniz, diyordu, o beni elimden tutarak köyümden aldığı gün ancak 4-5 kelime Türkçe biliyordum. Sonra bir beyaz ata bindik ve bir şehre gittik. Büyük bir mektep... Bir anneden yakın bir kadın... Bu gün hayâtımda nem varsa hepsini Avar'a borçluyum.
- Dikkat ettim. Genç öğretmen en tejniz Türkçe ile konuşuyordu. Sıdıka Hanım'ın onun üzerinde aldığı netice yalnız ve sadece bir insan yetiştirmekten ibaret değildi. Bu köy hocası da aynen genç bir Avar'dı. Ustasının yaptığı mucizevi işi o da şimdi kendi köyünde bütün gayretiyle başarmaya çalışıyordu.. 
Sıdıka Avar diyorki;            
- Bir iki talebe yetiştirip geri gönderdiğim köyler, artık bizim haritamızda, 'çalışılması kolay mıntıkalar' olarak ayrılmıştır. Çünkü her mezunumuz, her öğrencimiz orada bizim en iyi temsilcimiz oluyor. Asıl iş hiç öğrenci almadığımız yerlerde çalışmak, buradan öğrenci toplamaktın
Ne güzel de kendi sömürgeci uygulamalarının sonuçlarını anlatıyor. Bütün bu yaptıklarının sonuçlarını aldıkça daha bir gayretle görevine sarılıyor.
S.Avar, Bingöl köylerinden daha az öğrenci toplar.
"Bingöl'de "evlerde hanımlarla konuşmak istiyorum, hangi mahalleye gitsem, sokak kapıları kapanıyor, çaldığımız zamanda erkek çocuklardan aldığımız cevap;
- Evde kimse yok, oluyor."(Age. S.389) Başka eski öğrencilerinin izlenimleri de şöyle:
"Köylüyüm, fakat böyle bir köyle ilk defa karşılaşıyorum. Kıyafet olarak herkes üç etek giyiyor. Bildiğimiz üç etek değil de kaftan adı veriliyor. Başları kocaman olarak bağlı. Oldukça kaba bir dille konuşuyorlar."
"Canım anneciğim, köy ekseriyetle Türkçe konuşuyor. Görgüleri fena değil, bunlar 38'de sürgün olarak Bursa'ya gitmişler. Orada öğrenmişler. Bu bakımdan memnunum. Köyde bir ilkokul var. Bir öğretmenlidir. 27 talebem var." . Bir başka öğretmen;
"Bu sene Mazgirt'in Kirzi köyünde 16 talebeyle çalışıyorum. Dil bilmedikleri için zorluk çekiyorum. Gerçi ben Kürtçe biliyorum, fakat asla konuşmuyorum. Çünkü yüz alıp Türkçeden kaçtıkları için öğrenmezler."
Zey adlı bir öğrencisi Van'a öğretmen olarak tayin edildikten sonra şöyle yazar;
"15 öğrenci ile faaliyete geçtim. Köye de alıştım. Onları kalbime basıp elbirliğiyle çalışıyoruz. Önce onların üstlerinin başlarının temizliğiy-le uğraştım. Türkçe'ye alıştırıyorum. Kitapları gelirse okuma-yazmada öğreteceğim. Evet anneciğim, sizin istediğiniz gibi ideal bir öğretmenim.
Kendimi öğrencilerime sevdiriyorum, onları canla başla çalıştıracağım, bütün kalbimle onlarin iyi yetişmesine çalışacağım. Sizin bizi yetiştirdiğiniz gibi."(Age. S.393)
S.Avar, Elazığ'da yaklaşık 20 yıl kalır. Amacı, görevi doğrultusunda canla başla çalışır.
Her okul, Türk Devleti'ne beyin aktarır. Çocuk her ne kadar okulda birçok şeyi öğreniyorsa da her şey Türklük adına, Türkiye'nin çıkarları içindi.
• Batı'dan sürgünden dönenler, iş bulmak için metropole göç edenler Türkçeyi konuşmalarından ötürü diğer. etmenlerde birleşince Türkçe konuşanların sayısı artar/Böylelikle Türk şoven, ırkçı politikası daha rahatlıkla gelişme gösterir.
Yatılı bölge okulları da aynı işlevi görür.
"Evlenmişti, mezuniyetinin üzerinden onbir sene geçmişti. O, bir gün 10 yaşındaki kızını okutayım diye bana getirmişti. Buna çok sevinmiştim. Ana kumraldı, çocuk sarışındı ve çok güzel Türkçe konuşuyordu. Şehir çocukları gibi saçı-başı, giyimi düzgündü. Demekki Ata'nın dediği olmuş eve Türkçe ile görgü ve bilgi ana ile girmişti."(Age. S.63-64)
Sıdıka Avar gibilerinin olmaması dileğiyle....